Herkes zaman zaman AKP’nin ileri düzeyde örgütlü oluşunu övüyor. Yoksulluğun can yaktığı muhitlerde büyük bir örgütlenme çabasında olduklarından söz ediliyor. Seçim sandıklarında dahi dikkate değer bir mekanizmaları ve disiplinleri var. Eskiden solun bulunduğu yerlerde artık onların etkili olduğu eleştirisi yapılıyor.
Bu eleştiri çok haklı ama gelin bakalım artık solcu olmak nasıl bir iş.
Bir “bağımsız” olmak lafı aldı, yürüdü. Bir söz söyleyecek insanlar kendi meşruiyetlerini kurmak üzere “Hiçbir partiden değilim” diyerek başlıyor konuşmasına.
Bir sol örgüt elbette emperyalizme karşı tam bağımsızlığı savunur ama insanın insandan bağımsız olması gibi bir konu yoktur. İnsanlar halihazırdaki sisteme karşı mücadele edeceklerse bu durum büyük ve organize bir güce karşı mücadele edecekleri anlamına gelir. İnsanlar eğer sistemin eşitsizlikler yaratan yönünden kurtulmak istiyorlarsa el birliği yapmaları gerekir. Bu da bir insanın ortak bir çaba yaratmak üzere başka bir insanla bağ kurması demektir. Örgüt, parti ya da dernek budur.
Baskı aygıtı neferlerinin “Yoksa bu bir örgüt mü?” sorusuna, korunma içgüdüsüyle “Vallahi billahi değil” cevabını vermek bizi baştan yenik düşürür. AKP nasıl bir örgüt olabiliyorsa gayet doğal olarak biz de olabiliriz. Onlara hak olan bize de haktır. Bunun garipsenecek bir tarafı yok.
Haksızlığa uğrayanların hazır askerleri yoktur. İyileşmek için tek çareleri kendi elleridir ama birleşmiş olarak kendi elleri. Güçlü olmanın başka bir yolu yoktur ve güçlü olmadan hiçbir mücadele verilemez. Sistem güçsüzlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Hani derler ya “hem suçlu hem güçlü” diye, tarihsel olarak suçu işleyenler hep güçlüdür. Tarihsel suçu durdurmak için bilakis suçlular kadar güçlü olmak gerekir. Hazır kıtalarımız yok, devasa sermayemiz yok, koca koca binalarımız yok ama birleşebilecek ellerimiz var.
Eğer çarpışacaksak denk kuvvetler birbiriyle çarpışabilir ve ancak birleşecek ellerimiz silahların eşitliğini sağlayabilir. İşin aslı, kökü böyle.
Bu “temel” kavramları anlatmaya çalıştım çünkü yok varsayılıyor.
Denilirmiş ki bir partiye katılırsam kendi görüşlerimi savunamam. Hani Nâzım Hikmet diyor ya: “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin / işin kolayına kaçmadan ama” diye. Bu tam bir kolayına kaçma vakası. Her yerde görüşler savunuluyor da bir partilerde mi savunulamıyor? Hiç sanmıyorum.
Bir modern zamanların mekanizması olarak parti kavramını savunuyor vaziyetteyim. Kimse de yanlış anlamasın, parti formunun mucidi sosyalistler değildir. Ben parti formunu bizimkilerin icadı olduğu için değil, yararlı olduğu için savunuyorum. “Sevil Berberi” filminde komutan “Mozart büyük bir bestecidir” diye üstelediği için bir askere çok kızar ve onu cezalandırır. Sonra annesi askeri ziyarete geldiğinde komutan, çocuğun babasının Rus olduğunu öğrenir ve heyecanla der ki “Hah yoksa Mozart Rus mu?” Askerin annesinin cevabı şu olur: “Hayır, Mozart büyük bir bestecidir.”
Parti de büyük bir bestecidir işte Mozart gibi, devrim için işçi sınıfını besteler.
Aslına bakarsanız iş yeri hiyerarşisinde, aile yapısında ve hatta her kademe okulda kendi görüşünü savunabilmek had safhada zordur. Bütün bu kurumlara oranla görüş savunmanın normal kabul edildiği yer partilerdir ya da politik örgütlerdir.
Bu rivayetin ötesinde aslına bakarsak örneğin CHP çok fazla tartışmanın yapıldığı ve çok fazla farklı görüşün savunulduğu yer olarak bilinir. Hatta bu aynı zamanda kamuoyu önünde cereyan eder. Normali de budur. AKP’ye kimse aldanmasın, o bir zorlamadır. Ama özüne bakarsak orası da kazanın kaynadığı, tartışmaların yapıldığı bir yerdir.
Bildiğimiz anlamda sosyalist sola gelinecek olursa o alışılmış haliyle çok aşırı tartışma yapmak ve tartışmayı sevmek yönüyle eleştirilir. Hatta bu yönüyle alay eder çevremizdeki dostlarımız bizle. Tamam alay edilsin ama demek ki o tartışmalar esnasında görüş söylenebiliyor. O halde hem nalına hem mıhına vurmayalım lütfen.
Ben bu konuda memleket insanını biraz iki yönlü buluyorum. İşine gelince görüş belirtebilmek istediğini söylüyor, işine gelmeyince de tartışmaktan hoşlanmıyor. Tartışmayı sıkıcı buluyor, tartışmayı iş yapmayı engelleyici nitelikte görüyor ya da “polemik yapmaktan kaçınıyor.”
İnsanlık tartışma ve yeni görüş belirtebilme imkanıyla ilerler ancak. Aydınlanma fikrinin özü budur. Bir durum vardır ve siz buna ilişkin görüşünüzü söylersiniz ve işte tartışma ortaya çıkar. Bu tartışmalı zeminde durumu ve yeni görüşleri çarpıştırmış ve gerçekle sınamış olursunuz. Böylece bilimselliğe yaklaşılabilir, çünkü bilimsellik sınamak olanağı ve işleyişidir.
Sorun görüşlerinizi söylediğinizde o görüşlerin bir tartışmaya da açılabilmesi mi? Muhtemelen bunun da yeri var ama görüş belirtiyorsak bir tartışmaya da hazır olmamız beklenir.
Tartıştıktan sonra birbirimizin bazı görüşlerinden hoşlandık ve ortaklaştık, bu insanlığa ya da birey olmaya yakışmaz bir hal mi? Hiç sanmıyorum. Büyük bir topluluk diyelim ki Müzisyen Carlos Santana’yı çok beğeniyor ve hatta stadyum konserine gidiyor. Onu beğenme ve onun konserine gitme davranışı gösterenler birey olma vasfını kaybetmez. Ortak bir zevk vardır ama kimse de kendi görüşünü kaybetmez. Zevklerin ve görüşlerin ortaklaşabilmesi olağandır.
Konsere gidilebilir, örgütlere de.