Yüzbinlerce, belki de milyonlarca insanın yaşamını akut olarak tehdit eden Covid-19 salgını özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde egemen sınıflar arasındaki çelişkileri daha da belirginleştiriyor. Çünkü küresel salgın salt kâr maksimizasyonu mekanizmasına dönüşmüş sağlık sistemlerini değil, egemen sistemin bütününü derinden sarsacak bir tehdit hâline geliyor. Hiç kuşku yok: egemen sınıfları zaten kronik olan yapısal bunalımın derinleşmesi korkusu sarmış durumda.
Korku egemenleri her defasında daha da saldırgan hâle getiriyor. Dertleri hiçbir zaman kitlesel ölümler olmayan sermaye sınıfları ve siyasî temsilcileri, ki tarih bunun sayısız örneği ile doludur, egemen sistemi ayakta tutmak için her “çareye” başvururlar. Ve bu “çareler” hiçbir zaman çoğunluğun, ezilen ve sömürülenlerin lehine olmazlar. Bu “çarelerin” neler olabileceğine, yolculuğun nasıl bir seyir alacağına Almanya’daki bazı tartışmalar işaret ediyor.
Malî sermaye kesimlerinden “Covid-19’a karşı verilen mücadelenin sonuçları dünya ekonomisini olumsuz etkileyeceği ve bunun, virüsün yol açacağı sonuçlardan daha ağır” olacağı vurgulanarak, “tedbirlerin öncelikle ekonomiyi teşvik edecek biçimde olmasını” talep eden sesler yükselmektedir. Açıkçası virüsün neden olabileceği seleksiyon göze alınmaktadır. Ve görüldüğü kadarıyla da devlet bürokrasisinin etkin kesimleri bu talepleri desteklemektedirler. Federal İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapor, enfekte olanların yüzde 1,2’sinin ölebileceği ve Mayıs ayından itibaren yoğun bakım ünitelerine alınması gerekenlerin yüzde 80’inin hastanelere alınamayacağı gerçeğinin halka açıklanması gerektiğini vurgulayarak, “Hammer and Dance” adı verilen senaryo uygulandığı takdirde “GSMH’nın kaybının yüzde 4 ile sınırlanabileceğini” belirtiyor.
Bakanlık senaryonun başarıya ulaşması için “halkın olağanüstü tedbirlere ve beklenen olumsuz sonuçlara rıza göstermesini sağlayacak büyük bir mobilizasyon kampanyasını” zorunlu görüyor. Basına sızan bilgilere göre rapor hâlihazırda Şansölye Merkel, Savunma ve Sağlık Bakanları tarafından incelenmeye alınmış durumda. Alacakları kararı yakında öğreneceğiz zaten.
“Toplumsal rıza mobilizasyonu kampanyasının” temel hak ve hürriyetlerin askıya alınmasından, olağanüstü hâlin olağan hâle dönüştürülmesinden ve bilgilerin istenildiği gibi filtrelenerek dağıtılmasından başka bir şey olmayacağı çok açık. Aslına bakılırsa emperyalist-kapitalist dünya düzeninin salgın sonucu derinleşen çoklu kriz ortamına hemen her yerde parlamenter diktatorya oluşturarak yanıt vermeye hazırlandığı söylenebilir. Bu da aynı zamanda burjuva demokrasilerinin kendi temellerini koruyabilmelerinin olanaklı olmadığının bir kez daha teyit edilmesi anlamına gelmektedir.
O açıdan, örneğin Almanya’da sosyal demokratlar veya reformist sol yerine muhafazakârların belirli sektörlerde kamusallaştırmalar yapılmasını talep etmelerine pek şaşırmamak gerekiyor. Hedefleri belli: kârlar özelleştirilmeye devam edilirken, zararlar kamusallaştırılarak kriz sonuçları ertelenecek – imtiyazlı olmayanların kitlesel ölümleri pahasına! Marksist ekonomistlerin yıllardan beri eleştirdiği kriz ertelemesi tekrarlanarak, yani kapitalist krizlerin belirli bir sermaye miktarını yok eden “temizleyici” etkisi sürekli ertelenerek, belirleyici sermaye fraksiyonları kamusallaştırmalar üzerinden kurtarılmaya devam edilecek.
Peki biz ezilenler ve sömürülenler ne yapmalıyız bu durum karşısında? Pes edecek hâlimiz yok herhalde, bilhassa solda duranların. Zorlu koşullar altında da dayanışmayı devam ettirmeli, dayanışma ve yardımlaşma ağlarını genişletmeliyiz. Demoralize olmadan. Sınıf kinimizi kaybetmeden. Ortak mücadelenin şimdi daha da önemli ve gerekli olduğunu bilincimize çıkararak! Kendi kaderimize kendimiz sahip çıkarak ve sınıf ile halkların ihtiyacı olan demokratik cephenin oluşturulmasının öncüleri olarak. Bizden beklenen ve basiretle gereğini hemen yerine getirmemiz gereken temel görevler bunlardır.