Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) aslında -dört ayrı siyasi eğilimi bir araya getiren- Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ni (ANAP) örnek alarak kuruldu ve bu sayede iktidara geldi. Ancak Erdoğan, ANAP’ın ya da daha doğru deyişle Özal’ın yanlışlarını tekrar etmedi ve bu yüzden ANAP’tan daha uzun bir süredir iktidarda.
Özal’ın cumhurbaşkanlığına kadar yükselmesine rağmen, ANAP’ın bir süre sonra tarihin çöp tenekesine atılmasına neden olan şey, partiyi kendi haline bırakmasıydı öncelikle. Ama ondan önce de, karşısına geçip, kendini yenebilecek olan merkez sağ partinin (12 Eylül öncesi partilerin siyasete dönmesini engelleme amaçlı düzenlediği referanduma rağmen Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi’nin diğer eski partilerle birlikte) siyasi arenaya çıkmasına engel olamamasıydı.
Nitekim Erdoğan, kendisine rakip olabilecek tüm merkez sağ partileri gelişme aşamasında, hatta kurulurken ‘boğmasını’ bildi. Kuruluş aşamasında engellenemeyen sağ partiler, biraz kendini göstermeye başlayınca (Numan Kurtulmuş ya da Süleyman Soylu gibi) söz konusu parti liderlerini partisine dahil edip, onların partilerinin kendiliğinden dağılmasını sağladı.
ANAP gibi AK Parti’nin de ancak sağdan yıkılabileceğini fark eden CHP liderleri, oradan seçmen kazanabilmek adına sağcılaştılar. Sağ söyleme ve sadece milletvekili adaylarında değil cumhurbaşkanı seçimlerinde sağ adaylara yöneldiler. Cumhurbaşkanı adayları, Erdoğan karşısında ‘sahte’ kaldı ve yenildiler; ancak CHP’nin içinde değme sağcı milletvekilleri hep oldu.
Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’nin meclise taşınmasında çok önemli rol oynaması bundandır. Ancak MHP kökenli Meral Akşener’in kendisinin ve partiyi birlikte kurduğu MHP’li arkadaşlarının merkez sağ parti olma ve böylece AK Parti’den kaçan sağ seçmeni kendine çekme süreci, sürekli zig zaglar çizmekte. Erdoğan’ın yok edemediği İYİ Parti’yi yanına çekme arayışı da sürmekte.
Özal, kendisi cumhurbaşkanlığına kadar taşısa da, ANAP’ın başından ayrılmasından hep pişman olmuştu. Nitekim cumhurbaşkanlığı görevi biter bitmez ya ANAP’ın başına geçmeyi, hatta o olmazsa yeni parti kurmayı bile düşünüyordu. Ancak ömrü vefa etmedi. Erdoğan’ın tüm yasal ve hatta anayasal zorlamalara rağmen, partisinin başından ayrılmamasının sebebi budur. Nitekim son kez cumhurbaşkanı seçildikten -elbette seçilebilirse- sonra bile partisini ve siyaseti bırakmayacağını söyledi geçenlerde.
Şimdi gelelim ikinci hususa: AK Parti’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın başardığı ikinci husus, algı yönetimidir. İktidara gelir gelmez, Uzan medyasından başlamak üzere, neredeyse tüm medya organları, yani gazeteler ve televizyonlar ‘ele geçirildi’. Geride kalan mini mincacık ‘sol’ ya da liberal medyanın sesi her fırsatta kesildi, boğuldu. Seçmenlerin ezici çoğunluğu, şu anda sadece Erdoğan’ın sesini duyabiliyor. Söz konusu AK Parti seçmenleri öyle ‘ikna’ edildiler ki, ‘diğerlerini’ duyabilse bile onları dinlemek istemiyor artık.
Sözünü ettiğim ikna yönetimi öylesine güçlü ki, iktidara gelmeye çalışan altılı masa bile her konuda bu rüzgâra kapılabiliyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ve kendisine 2-3 yıl boyunca siyaset yasağı getirecek olan hapis cezasında, cezanın abukluğundan çok başka şeyler tartışılıyor. Altılı masanın cumhurbaşkanı adaylarının kim olacağı, bundan kimlerin yararlanacağını falan tartışmak gerçekten ahmakça.
Süleyman Soylu, İmamoğlu’na “ahmak” diyor; İmamoğlu da ona “asıl sen ahmaksın” anlamında cevap veriyor. Soylu’nun ahmak sözü normal bulunurken; “bu laf aslında bana söylendi” diyen YSK üzerinden İmamoğlu’na hapis cezası veriliyor. Ki bu cezayı vermeyi sağlamak için mahkemenin hâkimi bile değiştiriliyor. (Bundan daha ağır hakaretler eden Isparta belediye başkanına sadece para cezası verildiğini de hatırlayalım.)
Şimdi Erdoğan, “konunun benimle ilgisi yok, cezayı yargı verdi” diyor. AK Parti liderleri, “bu ceza doğru değil” demedikleri gibi; bu cezanın sonunda İmamoğlu’na ya da altılı masaya yarayıp yaramayacağını tartışıyor. Nitekim sağcısı solcusu cezanın yanlışlığını değil, sonuçlarını tartışıyor. Kardeşim bırakın şu tartışmayı: Bu ceza yanlıştır. Nokta! Tıpkı HDP’nin belediye başkanlarına verilen cezalar gibi. Bu tartışmanın gidebileceği tek yön, bu sürecin “Anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘evet’ diyeceğiz” diyen kişiyle başlayıp, başlamadığıdır…