Mikrobiyoloji biliminin ilgi alanlarından biri de insan vücudunda parazit olarak varlığını sürdürenlerin yol açtığı hastalıkları tanımlamakla, bu asalakların özelliklerini incelemekle uğraşan parazitolojidir.
Sözcük sosyal bilimlerde, içinde bulunduğu topluma hiçbir katkı sunmadığı halde, orada yaşam imkanı bulanlar için bir mecaz olarak kullanılır.
Yabancı işçi
Savaş sonucu yitirdiği iş gücünü ikame etmek isteyen Almanya, başka ülkelerden iş gücü ithal etme stratejisi geliştirdi. ‘Yabancı işçi’ ifadesi ile tanımlanan ve toplumun (Alman yazar Günter Wallraff’ın ifadesi ile) en alt tabakasını oluşturan bu insanların, belirli bir süre çalıştıktan sonra ülkelerine dönmeleri beklenmişti. 1960’lı yılların ilk yarısında uygulanan bu stratejiye başta Türkiye olmak üzere Yunanistan, o zamanki Yugoslavya, Portekiz, İtalya ve başka ülkelerden pek çok insan ilgi gösterdi.
Diğerleri başardı
Yabancı işçilerin büyük çoğunluğu, savaş yıllarında yok olma düzeyine gelen Alman sanayisini ayağa kaldırmada çok önemli bir işlev taşıdılar. Ardından da maddi birikimleri, mesleki deneyimlerini yüklenerek ülkelerine döndüler. Bu geri dönüşlerinde de, Almanya’ya gitmeden önceki yaşamlarına kıyasla daha yüksek bir düzeye ulaştılar. Ancak özellikle Türkiye’den gidenler arasında birkaç milyona ulaşan bir kesim, kendi ülkelerine kıyasla çok daha gelişmiş, müreffeh, insan haklarını benimsemiş, hukukun üstünlüğüne inanan bu yeni ülkeyi vatan tuttular.
Almanyalı Türkiyeliler
Almanya’da yaşayan Türkiyeliler, atalarının tarih boyunca izlediği yayılmacılık siyasetini yeni bir boyuta taşıdılar. Ülkenin kültürüne, diline karşı bariyerler koyarken, entegrasyona ayak diretirken bir yandan da daha önce akıllarına bile getirmedikleri haklar talep etmeye başladılar. Gidecekleri ülkede cami olup olmadığı 1964 yılında, Tophane’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu önünde uzun kuyruklar oluşturanların aklından bile geçmiyordu. Hepsinin elinde sözlükler, en çok gereksinim duyacakları sözcüklerin Almancasını öğrenmeye çalışıyorlardı. Kendi ülkeleri baskı, zulüm ve yoksulluktan öte bir şey vaat etmemişti. Kurtuluşu ‘Gavur ellerinde’ aramaktaydılar. Ülkelerindeki iktidar çevreleri ise vatandaşlarının yaban ellerde ürettiği değerden nasıl nemalanacağının hesaplarını yapıyordu. Sirkeci’de, Doğu Bank İş Hanı önünde işçi permisi pazarları kurulmuş, bankalar ‘Dövize Çevrilebilir Mevduat’ hesapları açmak üzere yarışa girmişlerdi.
Türkiyelilerin gettolaşması
Almanya’da günümüzde asla çalışmadan, hiçbir değer üretmeden yaşamayı başarı olarak değerlendiren ciddi oranda bir Türkiyeli kitlesi var. Üstelik bu kitle içinde Alman düşmanlığı, batı düşmanlığı, Hıristiyan düşmanlığı da yaygın bir eğilim gösteriyor. Kimliğini İslam fanatizmi ve milliyetçilikle, yabancı düşmanlığı ile korumaya çalışan bir kitleden söz ediyoruz.
Neo-Nazi örneği
Sapkın ‘Neo Nazi’ akımını bir yana bıraksak dahi, bu kitlenin pek çok Alman için bir asalak olarak algılanması, bu algının da ‘İslamofobi’ diye nitelendirilen başka bir hastalık üretmesini yadırgamak mümkün değil. Batıda İslam fobisi durduk yerde ortaya çıkmış bir sakat düşünce değil, batıya, Hıristiyan toplumuna ve kültürüne düşmanlıkla kendini var eden Müslümanlara duyulan tepkinin nefret boyutuna varmış halidir.
İnanılmaz bir şişinme, kendini yüceltme, bu yüzden de kendinden başka herkesi hor görme propagandasına maruz kalan bir toplumsal akıl, bugün aynı dinden olsa dahi, kendi ırkından olmayanlara kolayca düşmanlık besleyebiliyor. Hükümetin yerel seçimlerde yaşadığı kayıpların ardından Suriyeli sığınmacıları İstanbul’dan uzaklaştırma hamlesi sağdan olduğu kadar, ulusalcılardan, kendini solda tanımlayanlardan da destek buluyor. Sosyal medyada, ABD, AB gibi emperyalist odakların ve onların işbirlikçisi AKP çevrelerinin evlerini, köylerini, şehirlerini yıktıkları insanlara karşı nefret kusan paylaşımlardan geçilmiyor.
Meseleye küresel ölçekte baktığımızda, kendisi asalak olan bir siyasi akıl, benzin döktüğü ateşten kaçan insanlara asalak tanımı yapıyorsa, parazitoloji salt mikrobiyolojinin değil, siyaset ve toplum biliminin de ilgi alanına girmek zorunda.