Çevirileriyle tanıdığımız Ramazan Atlen bu defa kendisine ait olan cinai öykü kitabı olan Tabutumdan Bakarken’le okurlarının karşısında. Ana teması birbirine yakın yedi öyküden oluşuyor. Yedi öyküyü ucu ucuna iliştirdiğinizde neredeyse bir kopukluk hissetmeyeceğiniz bir konu bütünlüğüne sahip. Neredeyse her öyküde değişmeyen karakter, artık yazarın ismiyle birlikte anılacağı eski polis, yeni dedektif Hüseyin Kalandar.
Raymond Chandler’in gölgesi
İlk öyküyü okumaya başladığımda, ağzımda eskilere ait unutamadığım ama tam da hatırlayamadığım bir tadın olduğunu anladım. Ağzımı şapırdatarak bir yandan da işaret ve başparmağımı birbirine sürtüp neydi bu, dur şimdi hatırlayacağım, evet, çok iyi bildiğim biri bu, diyerek anımsamaya çalışırken ayrıntılı insan tanıtımlarından abajuruna kadar es geçilmeyen mekân tariflerinden çıkardım kim olduğunu; meşhur Komiser Philip Marlowe’un yaratıcısı Raymond Chandler. Zaten ben anımsamasaydım da yazar ilerleyen bölümlerin birinde Marlowe’un adını zikrediyor.
Birçok öyküde adı geçen Dedektif Hüseyin Kalandar karakteri, şiddete başvurmayan, belki biraz korkak, çekinik desek daha doğru olacak, aslında bu özelliğini de elindeki yetkisizlikten aldığını anlayabiliriz. Olaylara yön vermek yerine seyri içinde çözen müzmin bir bekâr. Kiminle nasıl konuşacağını karşısındakinin maddi/mevki/rütbe/kariyerine göre belirleyen, restleşmelere, kabalıklara hiç gelmeyen biri.
Ülkenin kaynaklarını sömüren savaşın bedeli
İlk öykü olan Orhan Pamuk’a Çok Benzeyen Adam’da; az önce de dediğim gibi Dedektif Marlowe’u anımsatan kısa, kesin cevaplar, umursamaz tavırlar dedektif Hüseyin Kalandar’ın sahneye arzı endam ettiği öykü. Bir bibliyofilin başında geçen dolandırılmayı konu edinirken yazarın tarzını da az çok öğrenmiş oluyoruz; soft polisiye diyebileceğimiz daha çok kovalamaca, kovuşturma, soruşturma şeklinde ilerleyen ama merak ve tempoyu da göz ardı etmeyen, şiddeti öteleyen bir tarzı var.
Bazıları Katil Doğar’da; bu ülkenin belini büken, kırk yıldan fazladır bütün kaynaklarını sömüren savaşta Şemdinli’deki çatışmada arkadaşını kaybeden gencin askerliği sorgulamasını konu ediniyorsa da merkeze oturttuğu izlek; kendine sıcak bir yuva ararken, sığınacağı, kendini ait hissedebileceği bir aile kurma çabalarında geleceğini tarumar eden bir insanın hikâyesini anlatıyor. Bunu yaparken usulca, yavaş yavaş insanın içindeki, derinindeki karanlık yönlerini çok iyi bir kurguyla deşifre ediyor.
Karım Beni Öldürecek’te, piyango kazanan Ömer nezdinde yalan üzerine kurulu hayatların nasıl da yalandan ayakta kaldıklarına değiniyor yazar. Büyük ikramiyeyi kazandıktan sonra raydan çıkan Ömer’in karısına kurduğu tuzaklar ve komplolarla insanın zaafları ve zayıflıklarından çok iyi kişilik tahlillerine uzanışını görüyoruz. Bu öyküde ayrıca yayın dünyasına da ağır eleştiriler getiriyor, yayıncıların nitelikli kitap/eser yerine ticari düşünerek piyasa aklıyla hareket etmelerine veryansın ediyor.
Konforundan tasarrufu sevmeyenler
Yol Ayrımı’nda; Siyasal İslam’ın, ‘Allah verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmek ister’ kandırmacasıyla Belediye İmar Müdürü’nün nasıl da palazlandığını, bunu da bal tutan parmağını yalar düsturuyla partidaşlarıyla al gülüm ver gülüm ilkesinin kusursuzca inşa edilişine değinirken konforlu hayatının kaynağını sorgulamak istemeyen karısının bu suça nasıl ortak oluşunun timsah göz yaşlarına değiniyor.
Tabutumdan Bakarken’de; koltuk, mevki, kariyer hırsıyla etrafındaki herkesi çıkarları için kullanan üniversitede bölüm başkanının hırslarına, egosuna, kibrine kurban gidişini görüyoruz. Farklı zamanlardaki olayları aynı insan üzerinden kurgulama tekniği merak ve gerilimi okuyucuya hissettirmeyi başaran bir öykü.
Kediler Ölünce Cennete mi Gider’de; Bu öykü biraz tutarsız geldi bana. Şöyle ki; anlatıcıların tarifindeki (Caner ve Osman Aksoy) Osman Aksoy, içe kapanık ve ketum biri. Oysa ilk defa dedektifle karşılaşmalarında hiç susmuyor, coşkuyla karşılıyor. Babasının kendisi için pısırık, tembel, becerikli ve girişken olmadığını söyledikten sonra üniversite yıllarında hem çalışıp hem okuduğunu ifade ediyor. Bu bir çelişki midir bilemiyorum. Herkesteki Osman Aksoy elbette ki farklı olabilir. Yazar belki de bunu imlemiştir.
Kitaba hâkim olan konu; ava giden avlanır. Bazı öykülerde E.A.Poe, bazılarında Raymond Chandler izlerine rastladım, bu yazarın seçtiği tür için olumlu bir şey. Orada bir yerde, derinlerde üstü örtülmüş, unutulmaya çalışılmış ama doğru zamanı beklerken bıçağını bileyleyen, pusu kurmuş bir haset, bir kin ya da öfke, rövanş için sabırsızlanmaktadır. Tabutumdan Bakarken öykü kitabındaki insan anatomisine dair bilgileri yazar işkembeden sallamıyor, zira yazar aynı zamanda doktor.