Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak hafta sonundaki hengameden sonra Pazartesi günü Alman Ekonomi Bakanlığından yapılan “Türk ekonomisinin istikrarlı olması bizim de çıkarımıza” açıklamasından “memnuniyet duyduğunu” belirtmiş. Bakan Albayrak Alman burjuva medyasında çıkan diğer haber ve yorumları okumamışa benziyor. Çünkü okusaydı, “Türk hükümetinin paranoyasından” bahseden ve Ankara’da ABD başkanının yaptırımlarını, asıl sorunların üstünü örtmeye yarayan bir “Allah’ın lütfu” olarak okunmasını eleştiren ekonomi yorumlarından pek hoşnut kalmazdı.
Almanya’nın Türkiye’nin içine düştüğü krizden kaygı duyması ve “Türk ekonomisinin istikrarını kendi çıkarlarıyla eşitlemesi” yeni bir şey değil. Nihâyetinde Türkiye’deki birikim krizi ve sonuçlarının yarattığı girdap, başta İspanya bankaları olmak üzere Avrupa bankalarını da etkilemeye başladı ve Türkiye krizi diğer eşik ülkelerini de zora sokacak. Eşik ülkelerinin benzeri krizlere girmesi orta vadede Almanya’nın da başını ağrıtacak. O nedenle Avrupa’daki burjuva ekonomistleri Türk hükümetinin “uluslararası piyasaların güvenini tekrar kazanmak için” gerekli (!) adımları atmak zorunda olduğu konusunda hem fikirler.
Bunun ötesinde, krizin sadece “papaz Brunson” meselesi olmadığı, yüksek enflasyon ve düşük faiz gerçeğinin rantların seviyesini düşürdüğünden, yabancı sermayenin Dolar bölgesine aktığını gayet iyi biliyorlar. Aynı şekilde uluslararası mali sermaye ile kavgaya tutuşan Türk hükümetinin kazanma şansının olmadığını ve Türkiye’nin Almanya’nın yardımına muhtaç kaldığını da.
Yapılan yorumlarda Türkiye’nin hali hazırda, Dünya Bankası ve IMF’nin olası yardımlarını bloke eden ABD’nden yardım alamayacağı, zaten “Erdoğan’ın böylesi bir adımdan iç politik nedenlerden dolayı imtina edeceği” vurgulanıyor. IMF’nin yapacağı yardımlar (Yapısal Uyum Programı) Erdoğan’ın kabul edemeyeceği tedbirlerle bağlantılı olacak. Almanya, Türkiye’nin yardım için Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Katar’a da başvuramayacağı, en azından bu ülkelerin Türkiye’yi kurtaracak güçleri olmadığı görüşünde.
Bu durumda Türkiye’deki bazı ulusalcı aklı evveller“ ulusal güvenlik” gerekçesiyle hükümetin, aynı Venezuela’nın yaptığı gibi, para basabileceğini, sermaye trafiğini kontrol altına alabileceğini ve döviz bozdurma zorunluluğu getirebileceğini ileri sürebilirler. Ancak Türkiye’nin bunu yapabilmesi için ne gerekli altyapısı, ne de petrolü var. Geriye bir tek Almanya kalıyor. NATO üyeliği, AB Yakınlaşma Süreci, Gümrük Birliği ve en önemlisi Mülteci Antlaşması nedeniyle Alman emperyalizminin Türkiye’ye yardım etmeye hazır olacağından hareket edilebilir.
Kentleşme tandansı hızlanan Türkiye’nin genç ve tüketime hazır bir nüfusa sahip olması, borçlanmalarına rağmen Türk tekelleri ve bankalarının hâlen kâr yapıyor oluşları ve şişirilmiş sayılar temizlendikten sonra bile reel yüzde 3,5 – 4 arası olan büyüme, Türkiye’yi diğer eşik ülkelerinden daha çekici hâle getiriyor. Askerî-sınaî kompleks ile son derece önemli olan jeostratejik konum da işin cabası. O açıdan, “Türkiye Erdoğan’dan ibaret değildir” diyen Alman sermayesi, temsilcisi olan Merkel hükümetini yardımların “cömert” olmaları konusunda ikna edebilecektir.
Böylesi bir “yardımın” faturasının kimin sırtına yükleneceğini ayrıca vurgulamaya gerek yok herhalde. “Yardımlar” Erdoğan’ın Eylül sonundaki Almanya ziyaretini bekleyebilecek mi, yoksa Almanya da IMF’yi mi devreye sokacak, onu göreceğiz, ama giderek derinleşen bu krizin yükleri ülkeyi ve daha da önemlisi ülke nüfusunun ezici çoğunluğunu daha da ezecek. Alman emperyalizmini kaygılandıran, ancak iştahını da kabartan işte bu gerçektir.