Bir yaşam hakkı olan su artık pahalı ve lüks bir tüketim aracına dönüştürülmüş durumda. Şirketler su satarak kârlarına kâr katarken, belediyelerin de aynı yolun yolcusu olması dikkat çekiyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Yaşamın en önemli parçalarından biri olan ve ticarileştirilmesi kabul edilemeyecek olan suyu ambalajladılar ve parası olmayanın suya erişimini imkansız kıldılar. Bir emekçinin suya erişimi aylık 200-300 lira sevilerine ulaşmış durumda. Belediyelerin yüksek su faturaları ile şişelenmiş suya mahkûm edilmiş olmamız kapitalizm karşısında geldiğimiz noktayı göstermekte. 19 litrelik damacana suyun fiyatı 13 lira ile 20 lira arasında değişirken, emekçiler ambalajlı su yerine daha ucuz seçenek olan belediye suyuna yönelirken, bu suların sağlıklı olup olmadığı yönünde sıkıntılar yaşıyor.
Plastiğe çok zam gelmiş!
Su şirketleri plastik ham maddesinin pahalılaşmasından yakınarak suya yeni zamlar peşine düşerken, ham maddesi olan suyu neredeyse bedavaya elde ediyor olmalarından ve insanla diğer canlıların su hakkını gasp etmekten erinmiyorlar. Su şirketlerinin dışında suyu içilebilir nitelikte halka ulaştırmakla yükümlü belediyelerin neredeyse tamamı da şişelenmiş su işine girerek halka ve diğer canlılara ihanet ediyorlar. Yarım litre suyun 1.5 lira ile 4-5 lira arasında satılıyor olması iktidarın ve belediyelerin katkılarıyla yaşandığını da belirtmek gerekiyor. Halkın ve doğal yaşamın su hakkı gasp edilip sermaye kesimlerine aktarılması kabul edilemez bir gerçek olmasına karşın bu duruma nasıl gelindiğini hatırlatmak istedik.
Çeşme ve şişe suyu da sağlıksız
Bir dönem çeşmelerimizden akan sular ya kirliydi ya da hiç akmazdı. O günlerde İstanbul’un her semtinde ayrık otu gibi su istasyonları ortaya çıkmıştı. Artık içme ve kullanma sularımızı bu istasyonlar aracılığıyla karşılıyorduk. Sonrasında belediye ve Sağlık Bakanlığı sahneye çıkıp bu su istasyonlarının sağlıksız olduğu gerekçesi ile kapatılmasını sağladı. Ardından damacana sularla tanıştık ve hâlâ içme suyu ihtiyacımızı şişelenmiş sularla karşılıyoruz. İstanbul B. Belediyesi AKP elindeyken çeşme sularının şişelenmiş sulardan daha temiz olduğu vurgusu yapılmıştı. Hiçbirimiz inanmadık çünkü bu bize imkansız geliyordu. Şişe suyuyla kıyaslama olanağını da yakalayamamız nedeniyle şişe suyunu temiz kabul ederek kullanmayı sürdürürken bazı raporlarda bu sularında sağlıklı olmadığı duyuruldu.
Bursa örneği sürecin özeti
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Bursa’yı sudan ibaret bir yer olarak betimlemektedir. Bundan sadece 30-35 yıl önce Bursa’da sular çeşmeden içilirdi. Her sokağın başında sokak çeşmeleri bulunurdu. Önce sokak çeşmelerinden akan suyu kestiler. Büyük içme suyu barajı inşa edilerek hem inşaat sermayesine iş alanı oluşturup yönetenlerle bu şirketler kârları kardeş kardeş paylaşırken, Belediye tüm su alt yapısını yenileyerek, mahalle depolarındaki suların bağlantılarını kesti ve barajlara bağladı. O günden sonra bir zamanların sudan ibaret şehri olan Bursalılar Türkiye’de en yüksek su bedelini ödemeye başladı.
Şişe suları yeraltından
Bu süreçle eş zamanlı olarak Uludağ’da kaynağından doğup Bursa Ovası’na hayat veren kaynakların birer birer su şirketlerine tahsisleri yapıldı. Artık Uludağ’dan Bursa’ya ulaşan su kaynağı neredeyse kalmamış durumda. Belediye suyuna fahiş fiyat biçilirken, suyun kalitesi düşürüldü ve şişe suyu şirketleri ‘Uludağ’ın zirvesinden sofranıza’ reklamlarıyla damacana ve diğer şişe sularını pazarlamaya başlarken halk da bu sürece alıştırıldı. Su pazarı öyle çok büyüdü ki su şirketleri dağların tepelerinden boru içine alıp taşıdıkları su miktarları talebi karşılayamaz oldu. Bununla birlikte yeraltına sondajlar yapılıp işlenmiş suyu kaynak suyu etiketiyle satmaya başladılar. Bu pazarlanan ve içmek zorunda kaldığımız şişe sularının neredeyse tamamı bu özelliğe büründü.
Sular kirlendi, tükendi!
Bursa’da 30-35 yıl önce yeraltı suları 10-20 metre derinlikten alınabilirken bugün yeraltından su 400-500 metre derinliklerden çekilmektedir. Bunun en belirgin nedeni sanayi tesislerinin sınırsızca yeraltı sularını çekmeleridir. Ayrıca belediyenin Bursa’nın su ihtiyacının büyük bölümünü yeraltı sularından karşılaması, tarımsal sulamanın yeraltına kayması ve Bursa’da bulunan onlarca su şirketinin yine yeraltından su çekiyor olması su şehri Bursa’yı susuz bırakan diğer etmenlerdir. Bu arada yeraltı suları da kirletilmiş durumda. Sanayi tesisleri yeraltı sondajlarıyla aldıkları sular kurudukça yeni sondajlar yaparak daha derin noktalara ulaşırken, atık su bedeli ödememek adına kuruyan sondaj noktalarından yeraltına kirli suları bastıklarını bilmeyen yoktur.
Su bir silah oldu
Urfa, Mardin, Diyarbakır, Batman gibi Kürt illerinde çiftçiler barajlar nedeniyle susuz bırakılırken bu barajlardan çiftçiye su verilmeyerek enerji dağıtım şirketlerinin adeta kölesi haline getirilmektedir. Su birlikleri enerji borçlarından dolayı kesilen elektrikler nedeniyle çiftçiye su ulaştıramazken, çiftçilerin yeraltına sondaj vurmak zorunda kalmaları da aynı nedenle yani enerji borcu olduğu gerekçesiyle suya ulaşamamaya ve tarım yapamaz hale getirilmiş durumda. Türkiye’deki hemen hemen tüm su birlikleri, enerji borçları nedeniyle zor günler yaşarken Kürt illerindeki uygulama olan enerji keserek suya ulaşamama durumunun ise diğer bölgelerde uygulanmıyor olması dikkat çekicidir.