Çin Halk Cumhuriyeti’nin daha önce adını bilmediğimiz bir kentinde ortaya çıkan yeni bir öldürücü grip virüsünün bu denli hızlı yayılacağı ve tüm dünyayı tehdit edeceğini öngörmek mümkün değildi. Şu ana dek kayıtlara geçmiş 5 milyondan fazla can kaybına yol açan Corona virüsü halen yaşamsal bir tehdit olmayı sürdürüyor.
Mesele insan yaşamı olunca doğal olarak Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başta olmak üzere bütün ülkelerde gündemi öncelikle sağlıkçıların belirlediği görüldü. Ne olup bittiğini onların açıklamaları üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık. Salgının küresel bir tehdit olduğu, bu yüzden de ‘Pandemi’ olarak tanımlandığı andan itibaren insanlık daha önce hayal dahi edemeyeceği görüntüler izlemeye başladı. Milyonlarca insanın yaşadığı metropollerin insanlardan arınmış ana caddelerinde yaban hayatın hüküm sürdüğü, ren geyiği ailelerinin mağaza vitrinlerini izlediği görüntülerle karşılaştık.
Sıradan gündelik yaşamı bu denli sarsan bir olayın son derece fantastik komplo teorilerine yol açması kaçınılmazdı. Nitekim devlet başkanlarından köy papazlarına, mahalle camii imamından tarikat önderlerine, siyaset bezirgânından gazete köşesinde ahkâm kesen yazara kadar kendini topluma açıklama yapmakla yükümlü ve yetkili gören herkes, meşrebine uygun yorumlarla bu bilinmezlik denizinde kulaç attılar.
Pandemi tüm hızıyla devam ettiği için henüz yeterince konuşulmayan, derinlemesine irdelenmeyen ise meselenin siyasi ve sosyolojik yönü. ‘Uygar’ batının siyasetini belirleyen kimi liderler, bu belanın savuşturulmasında sürü bağışıklığı yöntemini uygulamaya çalıştılar. Ancak can kayıpları hızla artınca, kısa bir süre sonra bu önermeden vazgeçip diğer ülkeler gibi yaygın aşılama kampanyasına onlar da katıldı. Diğer yandan virüsün salt konuşulduğu için var olduğu, sözü edilmese kendisinin de yok olacağını söyleyen liderlerle de karşılaştık. Onlara göre virüsü yok etmenin yolu, adının anılmasının yasaklanmasından geçiyordu. Nitekim modern bir ortaçağ yaşanan ülkede virüsün etkilerine dair herhangi bir bilgiye de sahip değiliz.
Diğer yandan ‘aşı yoluyla vücudumuza çip yerleştirilecek’ veya ‘toplumumuzun doğurganlığı engellenecek’ fantezileri üretenlerin, bu saçma sapan iddialarının okur- yazar oranı en yüksek ülkelerde dahi alıcı bulmaları da üzerinde düşünülmeyi hak eden bir konu. İşin bu aşamasında olan biteni ilahi referanslarla yorumlayan, korku ve dehşet edebiyatının başyapıtları sayılmaya layık kutsal kitapların anlatılarına referans vererek açıklayan dini önderlerle de karşılaşıyoruz. Bir yanda aşıya erişimde yoksul ülkelerin desteklenmesi çağrıları yapan Papa Francis’e karşı, aşı yoluyla alnımıza veya sağ bileğimize işlenecek rumuzun şeytanın simgesi olan 6-6-6 olacağını iddia eden dini önderler de görüyoruz.
Covid 19 salgınının tıp biliminden öte, sosyal bilimler açısından da etkileri, tepkileri ve sonuçları açısından değerlendirmelere alan açan bir gündem oluşturduğu kesin. Ancak o gündemden mutlak doğrular üretme şansımız ne yazık ki görünmüyor. Bu alanda fizik biliminde sahip olduğumuz mutlak doğru ölçüm birimlerine sahip değiliz.