2008 krizi sıradan Amerikalıları kendi sistemleriyle ilgili uyandırdı. Kendi seçtikleri milletvekillerinin nasıl da büyük şirketler lehine mali desteklerde bulunduklarını biraz şaşırarak da olsa gördüler. Başlangıçta biraz cılız da olsa “Biz yüzde 99’uz, onlar yüzde 1” diyerek tepkilerini dillendirdiler. Bu ses daha sonra giderek büyüdü ve “Wall Street’i İşgal Et!” hareketi adıyla geniş bir muhalefet cephesi oluşturdu. Sanırım Amerikan siyasetinde Trump’ın gitmesi Biden’ın gelmesinin ardındaki en önemli güçlerden biri de bu hareket oldu.
Şimdi yaşadığımız ise daha geniş ve etkili bir başka kriz. Her ne kadar toplumlara “dışsal” olarak görünse de aslında bizatihi toplumlara “içkin”, daha açıkçası kapitalist yaşam tarzının yarattığı bir kriz bu Covid-19 pandemisi. Bu pandemi her ne kadar bir virüsle ilgili olsa da hayatımızın her yönüyle ilgili bir belaya dönüşmüş durumda. Hani derler ya “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”, tam da bu ifadenin işaret ettiği gibi, pandemi sonrası dünya önceki dünyaya benzemeyecek. Bu kesin!
İlginçtir, bu kez de, tıpkı 2008 krizi gibi, pandemi de toplumların üzerindeki “medeniyet” örtüsünü biraz daha kaldırdı ve daha önce görmediklerimizi daha net görür olduk. Üstelik bu, daha geniş bir alanda oldu. Ekonomiyi, siyaseti ve hatta sosyal dokuyu da kapsayan bir genişlikte oldu.
Biz Türkiye olarak bu değişimleri görebildik mi? Ya da şimdi görebiliyor muyuz acaba? Çok emin değilim! Bunun en önemli nedenlerinden biri, toplumda olan bitenleri görüp, duyup, yorumlama konusunda çok önemli engellerin varlığıdır. Gerçekten de medyanın, neredeyse tamamına yakınının hükümetin kontrolünde olması, insanlarımızın toplumda neler olduğu konusunda bilgilendirilmelerini önlüyor. Ancak sosyal medyadan, o da teyit edilmemiş, bazen de manipüle edilmiş bilgilerle yetinmek durumunda kalıyoruz.
Ama sanırım bir şey artık “güneş çuvala sığmaz!” misali görünür oluyor. Mağdurların sesi olmaya soyunmuş, “kimsesizlerin kimsesi olacağını” söylemiş AKP bugün, hiç de öyle mağdurların, ötekileştirilmiş olanların, yoksulların değil aksine Türk milliyetçiliğinin ırkçı söylemlerine sığınmış, zenginleşmiş ve kendi dışındaki herkese mağdurlaştırıcı politikalar uygulayan, “kalpleri olup düşünmeyen, gözleri olup görmeyen, kulakları olup dinlemeyen” bir insanlar güruhuna dönüşmüş durumda.
O nedenle de pandeminin yarattığı insani kırıma ek olarak, ekonomide sürekli olarak zenginlere, mülk sahiplerine, finans dümenlerini iyi bilenlere yarayan uygulamalara destek vererek; yoksullara, kimsesizlere, işsizlere, kadınlara ise hiçbir şey vermeyerek ekonomik bir kırıma da yol açmakta. Varlıklılara mali destekler verirken, yoksullara yalnızca kredi vererek onları borç sarmalının içine itmekte. (Son günlerde artan muhalefete bir cevap olarak da esnafa üç kuruşluk kira yardımı yapmakta).
Dolayısıyla, Covid-19 pandemisi, Türkiye’deki iktidarın üzerindeki örtüyü kaldırmış, hükümetin tıpkı 2008’de Amerika’da olduğu gibi yalnızca “Yüzde 1’in” emrinde olduğunu faş etmiştir. Onun için bu iktidarın yoksulların daha da yoksullaşmasına neden olmadan iyi şeyler yapması mümkün değil.
Sorun, pandemiyle birlikte kalkan perdenin arkasındaki bu gerçeğin görülüp görülmemesinde. Muhalefetin yapması gerekenlerden biri de budur: Bu gerçeğin toplum tarafından görülmesini sağlamak… Bugünkü görev bu…