Dünyanın kabusu coronavirüs, Türkiye’yi etkisine alma sürecinde. Hasta ve ölen sayısı her gün daha da artıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart günü, yeni durumla iligili ‘Ulusa Sesleniş’ için kamera karşısına geçti ve “Hiçbir virüs bizim birliğimizden, beraberliğimizden, kardeşliğimizden daha güçlü değildir. Sağlık personelimizin imkanlarının ne kadar yüksek oranda Covid-19 ile mücadeleye tahsis edersek, salgınla o derece baş edebiliriz” dedi.
Konuşmanın her cümlesi bittiğinde, herkes, dört gözle Almanya, Fransa, İngiltere’de gibi bir karar bekliyordu; Yani, hayati ihtiyaçlar dışındaki tüm sektörlerde işlerin askıya alındığını, işten çıkarılmaların durdurulduğunu, kapanan işyerlerine ekonomik güvencenin, çalışanlara ücret, yoksullara sosyal desteğin verileceğini belirterek sokağa çıkma yasağı ilanını…
Ancak tam tersi oldu, “Biz bize yeteriz Türkiyem” diyerek herkesten katkı sunmasını beklediği bir yardım kampanyası başlattı. Sivil toplum örgütlerinin yardım kampanyası başlatması normal bir şey de Anayasa’sında sosyal devlet yazan bir hükümetin neden “yardım kampanyası başlattığı” anlaşılabilmiş değil! Dahası, devletin şimdiye kadar açıkladığı önlem paketlerinin tatmin edici olmadığı da bu son kampanyayla teyit edilmiş oldu. İsterseniz şimdiye kadarki açıklanan paketlerin toplamını, virüsle boğuşan ülkelerle karşılaştırmasına bir bakın! Almanya GSYH’sının yüzde 28’ine denk gelen, İspanya ve İngiltere gibi ülkeler GSYH’larının yüzde 15’inden daha büyük miktarda bir teşvik paketi açıkladı. ABD’de bu oran yüzde 9’un üzerinde. Türkiye ise GSYH’sının yüzde 2’si oranında…
Virüs yüzünden dünyada değer kaybeden dolar, bizde değer kazanıyor, petrol fiyatları dibe vururken, bizde zamlanıyor… Yoksa devlette para bittiği iddiaları doğru mu?
Birlik, beraberlik ve kardeşlik…
Coronavirüslü günlerde peş peşe ulusa sesleniş konuşması yapan Cumhurbaşkanı’ndan yine “Hiçbir virüs bizim birliğimizden, beraberliğimizden, kardeşliğimizden daha güçlü değildir” vurgusu geldi. Ya pratikte? Covid-19’un görüldüğü 10 Mart’tan bu yana ortaya konulan pratikler, önlemler, tedbirler, paketlerden sonra gelinen nokta, hükümeti değil, uyarılarda bulunan muhalefet partilerini, sivil toplum örgütlerini, en çok da sağlık örgütlerini haklı çıkardı. Buna rağmen en büyük metropol belediye başkanlarının ısrarla yinelediği sokağa çıkma yasağı taleplerine kulağını tıkamakta ısrar ediyor. Dahası alınan ve alınacak önlemlere metropol belediye başkanlarını dahil etmediği gibi sanki yokmuşlar gibi davranıyor. Oysa 10 Mart’tan bu yana camilerde yükselen dualara karşın hasta sayısı 15 bine, ölü sayısı ise 277’ye ulaştı. Neredeyse ülkenin yüzde 80’ne yayılan virüsün sokağa çıkma yasağı alınmamasından kaynaklı olduğunun en somut örneği Dersim’dir… Nazmiye, Mazgirt, Ovacık’ta virüs tespiti yapılan kişilerin tümü İstanbul’dan gidenler. Şimdi birkaç köy birden karantinada. 21 günde virüsün Türkiye geneline yayıldığını bizzat Sağlık Bakanı ortaya koydu. Cumhurbaşkanı’nın, İspanya ve İtalya’ya maske, eldiven vb. sağlık malzemesi yardımı yapmakla övündüğü gün, KESK’e bağlı Sağlık Emekçileri Sendikası’nın, 60 ilde 304 hastanede yaptığı anket, sağlık emekçilerinin gerekli kişisel koruyucu donanımdan yoksun çalıştıklarını ortaya koyuyor. SES’in anket sonucu, Sağlık Bakanı’nın Covid-19’a karşı mücadelede 601 sağlık çalışanının virüse yakalandığı bilgisiyle teyit edilmiş oldu.
Bu rakam, Sağlık Bakanı’nı dehşete düşürmüş olmalı ki, yurt dışına maske, eldiven, vb. yardım gönderilmesi işlemini durdurduklarını açıkladı. Ve hala, sağlık sektöründeki örgütlü sendikalar ve sivil toplum örgütleri dikkate alınmış değil. Aynı şey cezaevleri için geçerli. Hastalığa rağmen hükümet ayrımcılık peşinde. Af yasa taslağı bile toplumun birliğini ve sağlığını bozacak içerikte.
***
Sağlık alanı da sağlıksız!
Türkiye’nin sağlık karnesini coronavirüs sayesinde yeniden hatırladık. Sağlığa ayrılan bütçe 59 milyar, Diyanet’e ayrılan bütçe 11.5 milyar. Bir sağlığa bir de Diyanet’e bakın. Sağlık çalışanı sayısı yetersiz. 20 bini aşkın deneyimli sağlık emekçisinin KHK ile işten atılması durumu daha da sıkıntıya soktu. İşte size bir tablo. OECD üyesi ülke sıralamasında Türkiye’de yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 179 iken, OECD ortalaması 339; Yüz bin kişiye düşen eczacı sayısı OECD ortalamasına göre 87 iken, Türkiye’de 35. Keza aynı verilere göre OECD ortalamasında yüz bin kişiye 1071 hemşire ve ebe düşerken, Türkiye’de bu sayının 261. Şimdi 18 bin sağlık personeli alınacak. Bu aciliyet için de bile KHK ile suçsuz yere atılan onbinlerce insan işe alınmayarak, toplumun sağlığı hiçe sayılıyor. Sağlık iş kolunun yüzde 60’ı örgütlü. Orda da 30 sendika var. En büyüğü hükümete yakın Sağlık-Sen; onun sesi çıkmıyor. SES’i ise iktidar kaale almıyor. Eleştirenler de baskıya uğruyor.