Bugün Dünya Anadili Günü. Yani Dünya’daki dillerin bayramı. Diller mezarlığına dönüşmüş, katı bir yasak altında yaşayan dillerin, tekçiliğe mahkum edilen toplulukların olduğu bir ülkede dil bayramı olur mu? Türkiye, dillerin bitmeyen yası, sonsuz mateminin yaşandığı bir ülke. Bayramlar emek ile mücadele ile yaratılır ve kazanılan zafer sonucunda kutlanır. Önce kutlanacak bir bayramı var etmek ve yaratmak gerekir. Sadece istemek, talep etmek insanın kendi dili karşısında işleyebileceği en büyük günah, telafisi mümkün olmayan sorumsuzluktur. Varetmek, yaratmak gerekir.
Muktedirlerin işi yok etmek, asimile etmek, özünden uzaklaştırmaktır, iğdiş etmektir. Bu bir yok etme yaşatma mücadelesidir. Türkiye’deki asimilasyonun anayasası haline ve bugün halen yürürlükte olan 1925 tarihli Şark Islahat Kanunu’ndan bugüne annelerimiz bu dili yaşatmasını, korumasını bildi. Bu bir destandır, bir başarı hikayesidir. Anadilimizi yaşatan gizli gizli dinlenen Erivan Radyosu, el altından satılan ve uğruna büyük bedeller ödenen kasetlerdi; bilişimin bu kadar yaygınlaşmadığı dönemlerde kurulan dengbêj divanları, sokakta oynanan Kürtçe çocuk oyunlarıydı.
Bugünde dili yaşatacak olan kayyumların yıktığı her bir Kürtçe tabelayı, yıkılan Kürt ilim dünyasının ve kolektif Kurdî hafızaya ait önemli şahsiyetlerin heykellerini, anıtlarını ruhumuzda yüceltmektir. O yüzden çuvaldızı başkasına iğneyi kendimize batırmanın zamanı geldi. Artık bu konuda ağlayacak mazeretemiz, yakınacak zamanımız yok. Evet dilimiz yasaklanıyor, bir dil kırımı politikası uygulanıyor, “Türkçe konuş çok konuş” ruhu halen egemen. Daha sistematize edilmiş ve yok edilmek istenen özneyi de gönüllü bir şekilde bu dil kırımına dahil eden yeni bir konsept var. Bu nokta çok önemli ve iğne-çuvaldız meselesini anlamanın anahtarıdır. Ama bütün bu politikaların ruhumuza sirayet etmiş etkilerinden arınmayı da artık başarmak ve dil milliyetçiliği yapmak değil ama evvela dili yaşatmayı, o dilin kamusal ve kurumsal ontopolitik taşlarını döşemeyi bir devrimci görev olarak üstlenmek zorundayız. Bu konuda bir samimiyet testi ile karşı karşıyayız. Dilin siyasetini yaptığımız kadar pratiğine girmek, bu konuda adım atmak durumundayız. Kendimizi, taleplerimizin ve o taleplerin icracısı bir özne kılmanın zaruri olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Bu konuyla ilgili şu meşhur belirleme içinden geçtiğimiz sürece ayna tutuyor. “Kürt bireyleri kendileri için değil Kürtler için anadili talebinde bulunuyorlar”. Çarpıcı bir tespit. Anadil meselesini de diğer birçok konuda olduğu gibi hep kendimizi dışında tutarak tartışıyoruz. “Parti anadili geliştirsin, bir dil siyasetine ihtiyaç var” şeklindeki beklentiler çok haklı ve anlaşılır beklentilerdir. Zira Kürt siyasi partileri ve onlarla dayanışma içinde olan devrimci yapıların da bu konuda pratiği oldukça yetersiz. Anadil pratiği konusunda bu partilerin pek çok çıkmazı, handikapı, yeterince önemsememe ve özümsememe yaklaşımları hakim. Fakat dili yaşatmak için tek tek bireyler olarak “sen ne yaptın, ben ne yaptım” sorusuna yanıt vermek zorundayız.
Dil salt romantize edilecek sembolik bir iletişim aracı değildir. Dilin “kurucu” bir unsur olduğunu hatırda tutmak, geleceğin inşasının anahtarı olduğunu unutmamak lazım. Gelecek tahayyülünün kendisi, dilin kurucu rolünün dışına çıktığında, hakikatin kendisinin de dışına çıkar. Dil meselesi sadece kültürel değil ideolojik bir meseledir. Örneğin çok dilli olmayan bir sosyalist düşünce, bir devrimci tahayyül olamaz, yarım kalır, topal olur.
Dil mücadelesi bu anlamıyla enternasyonalist bir mücadeledir. Ermenice’nin yaşatılıp yaşatılmaması sadece Ermeni halkının sorunu değildir. Lazca’nın Kürtçe’nin yaşatılması da öyle. Oysa diline sahip çıkmak bile çoğu zaman o dile mensup olmayanlar – ki bunlara kimi devrimciler de dahildir – tarafından bazen “milliyetçi” bir hassasiyet olarak nitelendirilir. Kural basit; benim dilime sahip çıkmayan benim yoldaşım değildir!
Dil mücadelesinde bedel ödeyen biri olarak dilimi yeterince geliştirebilmiş, yaşamıma hakim kılamamış değilim. 21 Şubat Dünya Anadil Günü yaklaştığında büyük bir mahçubiyet hissediyorum. Adına bayram denilen bugün benim için bir tefekkür günüdür, kendimle yüzleşme günüdür.
Kendi çocuğuma anadilini öğretemediğim, onu asimilasyonun pençesine terk ettiğim, annemin diline bu anlamıyla yeterince sahip çıkamadığım için annemden özür diliyorum. Dayê, ne tenê şîrê xwe, di serî de zimanê xwe li min helal bike!