Abdullah Öcalan’ın avukatı Raziye Öztürk, Adalet Bakanlığı’nın tecridin kaldırılmasına dönük yürütülen mücadeleyi ‘tecrit vardır, yoktur’ tartışmasına indirgemeye çalıştığını söyleyerek, ‘Tecridin varlığı noktasında inkar edilemez bir gerçek var’ dedi
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan Abdullah Öcalan ile tutsaklar Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’tan 38 aydır haber alınamıyor.
İmralı’da mutlak iletişimsizlik hali devam ederken, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekillerinin başvurusuna yanıt veren Adalet Bakanlığı’na bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ‘tecrit yok, haklarından faydalanıyorlar’ iddiasında bulundu. Bakanlığın yanıtından kısa bir süre sonra Abdullah Öcalan ile diğer 3 tutsak hakkında Bursa İnfaz Hakimliği tarafından 28 Mart’ta ‘disiplin cezası’ gerekçesiyle 3 aylık yeni bir aile görüş yasağı verildiği ortaya çıktı. Bunun yanı sıra 28 Nisan’da tahliye edilmesi gereken tutsaklardan Veysi Aktaş’ın tahliyesinin İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla 1 yıl ertelendiği açıklandı.
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk, İmralı’daki hukuksuzlukları ve bakanlığın yanıtını değerlendirdi. Öztürk, yaşananların sadece tecrit kavramıyla açıklanamayacağına vurgu yaparak, “İmralı Ada Hapishanesi’nde tecridin katmerleşmiş hali var. Çünkü iletişimin tümüyle kopmasından, bağın dış dünya ile tamamen kopmasından bahsediyoruz. Ağırlaştırılmış infaz rejimiyle yürütülen bir alan diyoruz ama bunun da ötesinde bir durumdan bahsediyoruz” dedi.
Savcılık ön bürosu itiraz dilekçesini almadı
Öztürk, Veysi Aktaş’ın 30 yıllık infazını tamamlamasına rağmen tahliye edilmemesinin de tecridin bir parçası olduğunu vurguladı. “2020’den önce bir kişinin 3 tane hücre hapis cezası yoksa tahliye edilirdi” diyen Öztürk İdare ve Gözlem Kurulları kararlarına işaret ederek, “Ama 1990’lı yıllarda cezaevine giren Veysi Aktaş açısından uygulanmaya çalışılıyor. 28 Nisan’da bizim idareyle yapmış olduğumuz görüşmede Veysi Aktaş’ın infazının 1 yıl uzatıldığı belirtildi. Bursa Adliyesi’ne giderek dilekçe vermek istedik. Savcılık ön bürosu böyle bir hakkı olmamasına rağmen dilekçemizi kabul etmedi. Bu nedenle başvurumuzu İstanbul Adliyesi aracılığıyla yapmak durumunda kaldık. İnfaz Hakimliği yapmış olduğumuz başvuruyu ret etti. Biz de dosyayı ağır ceza mahkemesine taşıyoruz” diye konuştu.
Öztürk, “Müvekkillerimiz ile görüşemediğimiz gibi onlar nezdinde yürütülen hukuki sürece de dahiliyetimiz engelleniyor. Disiplin süreçleri bize tebliğ edilmemesine rağmen itiraz etmeye çalışıyoruz. Çoğu zaman bu itirazlarımız değerlendirilmiyor. Sürüncemede bırakıldığı süreç içerisinde de kesinleştirilmeye çalışılıyor. Bu son disiplin cezası sürecinde de aynı durumu yaşadık” dedi
“Müvekkillerin hangi fiillerle bu cezayı aldıkları belirtilmiyor” diyen Öztürk, İmralı’daki süreçlerin hukuken bir karmaşanın içerisine çekilmeye çalışıldığını belirtti. Öztürk, “Çünkü dosyaların ileriki aşamada AYM ve AİHM’e taşınma durumu var. Burada süre yönünden olumsuz sonuçların doğması açısından ya da usuli yönden bazı sonuçların doğması açısından ciddi bir karmaşa yaratılmaya çalışılıyor. Ancak biz bu durumların tümünü hukuki anlamda teşhir ederek başvurularımızı yapmaya devam ediyoruz” şeklinde konuştu.
Bakanlığın ‘tecrit yok’ iddiası
Adalet Bakanlığı’nın ‘tecrit yok’ iddiasına değinen Öztürk, “Adalet Bakanlığı’nın bu yanıtı bizi şaşırtmadı. Çünkü bizim önceki AYM başvurularımızda da hükümet yanıtları kısmında da bakanlığın tecridin varlığına dair ciddi inkar durumu söz konusuydu. Burada bizi şaşırtacak nokta; çok açık bir şekilde, tüm gerçekler ortada olmasına rağmen bu durumu inkar etmesiydi” dedi.
Bakanlığın “inkar sistemi üzerinden yürütülen sistemin bir parçası” olduğunu söyleyen Öztürk, “Yani varlıkları zaten bir inkar üzerine kurulu. Adaletin teminini sağlayacak bir bakanlık olsun isterdik. Bu işkence durumlarına son verilsin, bu tecrit durumunu kaldıracak bir rol ve pozisyonda olsun isterdik. Ama tecridin olmadığını söylüyor. Nasıl Kürtlerin hakları, kültürleri, dili noktasında ciddi bir yok sayma varsa, Kürtlere uygulanan tecrit noktasında da bir inkar durumu geliştirildi” ifadelerini kullandı.
Öztürk, şunları söyledi:
“Meseleye şöyle bakıyoruz; tecridin teşhir edilmesi, tecridin kaldırılması, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne kavuşturulması noktasında bilindiği üzere uzun yürüyüşler, imza kampanyaları, paneller, başvurular, Adalet Nöbetleri, cezaevlerinde açlık grevleri, tutsakların aile görüşlerine çıkılmaması benzeri bir mücadele yürütülüyor. Bakanlık, bu yanıtıyla aslında var olan mücadeleyi ‘tecrit vardır, yoktur’ kısmına indirgemeye çalışıyor. Dolayısıyla bizim tartışmayı bu düzeyde ele almamamız gerektiğini düşünüyorum. Biz yine tecridin teşhirini yaparak bu anlamda tecridin kaldırılması için mücadelemizi yürütmemiz gerekiyor. Çünkü tecridin varlığı noktasında inkar edilemez bir gerçek var.”
‘Başvurularımız karara bağlanmadığı için Türkiye cesaret alıyor’
AİHM ile Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) gibi uluslararası kuruluşların tecrit noktasındaki sessizliğini eleştiren Öztürk, “Bu kurumların insan hakları ve işkenceyi durdurma noktasında sorumlulukları var. O yüzden ısrarla bu kurumlara çağrılarda bulunuyoruz. Bizim tecrit dosyamız 2011 yılından beri AİHM’de. Yaptığımız araştırmalarda bu kadar sürüncemede bırakılan dosya yok. 2011 yılından itibaren yapmış olduğumuz başvuru daha karara bağlanmadığı için Türkiye cesaret alıyor. Türkiye, bu cesaretle ihlalleri sürdürmeye devam ediyor. Bakanlar Komitesi önünde ağırlaştırılmış müebbet ile ilgili Sayın Öcalan’ın dosyası var. Burada etkili bir yol ve yöntem izlemiyor. İzlemediği için binlerce insan hala ağırlaştırılmış müebbet, kendilerinin işkence yasağına aykırı dediği o infaz rejimi içerisinde tek kişilik hücrelerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor” diye konuştu.
Öztürk, “CPT pasif durumda kalıyor. Kendilerinin belirttiği gibi sadece devletin onayı ile rapor yayınlamakla görevli değiller. ‘Devlet bizim tavsiyelerimize uymuyor. Avukat ve aile görüşlerinin periyodik aralıklarla yapılması gerektiğini vurgulamamıza rağmen bunu yerine getirmiyorlar. Ağırlaştırılmış infaz rejimi hakkında biz yasal düzenleme yapılması gerektiğini belirtmemize rağmen bunu yerine getirmeyen bir hükümet var’ demekten çekiniyorlar. Bunların pasif kalması, bu kadar etkisiz kalması maalesef bu tecridin devam etmesinde, hala sistematik olarak disiplin cezaları ve avukat yasak kararlarının verilmesinde bir etkisi var” diye belirtti.
‘BM nezdinde yürütülen bir süreç var’
Öztürk, Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde haber alamamaya dair yürütülen bir sürecin de olduğunu aktararak, “25 Mart 2021 yılından bu yana müvekkilimizden haber alamama durumu ile ilgili İnsan Hakları Komitesi’ne yapmış olduğumuz bir başvuru var. Bu başvuru neticesinde 2 defa BM İnsan Hakları Komitesi tedbir kararının uygulanması yönünde Türkiye’den talepte bulunmuştu. Ancak bunlar yerine getirilmedi. BM’nin alt komitelerindeki komisyonlarla görüşmelerimiz söz konusu. İnsan hakları alanında tecridin kaldırılması yönünde rol ve misyon sahibi olabilecek tüm kurumları harekete geçirmeye çalışıyoruz” dedi.
Haber: İbrahim Irmak\MA