Seçim yarışını kaybettik diyenler; siz onurlu toplumsal barışı, kadın-insan-doğa, farklı halklar, inançlar, eşitlik, özgürlük, ana dil, örgütlenme hakkını mı oylamaya sundunuz?
Ayşe Gökkan
Gazetemize yazmayı farklı nedenlerle ara verdiğim oldu. Araların birinden sonra 2019’da tekrar yazınca “Gelenektir, ilk yazıda selamlaşılır ama biz özgürlükle hiç vedalaşmadık ki, selamlaşalım…” diye başlamıştım yazıma. 2021 yılının ilk ayında Kürt-kadın-Kurdistani olmaktan kaynaklı aralıksız uğradığımız ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden militarist ret ve inkâr siyasetine karşı düşmanlıkla tutsak edildim. O zamandan beridir yazmadım. Tekrar yazmayı düşününce, direniş yolunda, yolu bir de bu direniş alanına düşeceklere ön hazırlık yapmaları için kimi ipuçları vereyim dedim. Çok bildiğimden değil; 30 yıldır aralıksız bu alanda direnenlerin varlığında fazla söz söylemek haddim olamaz.
Ancak 10 yılda bir tutuklananlardan olunca, zindanların doğal gözlemcisi oldum. Buralar eskisi gibi değil. Tabii ki nerede o eski zindanlar demeyeceğim. Ama zindan romantizmi kalmamış. Mesela “görüşmecim yeşil soğan göndermiş; bahar gelmiş memleketime…” dizelerini anımsayacağınız yer yok artık. Ya da “karanlık erken çöker mapushaneye…” mısralarının ifadesi de yok. Neredeyse 7/24 projektörlerle her yer güpegündüz halde; odaların içi bile izlenmekte. Hele koğuşta volta atmak imkânsız. Küçücük odalar var. Havalandırmadan gökyüzü; yamaçlardan akan küçük mavi su birikintisi kadardır. Özcesi zindan romantizmi de, zindan inşa etmeyi seçim vaadi yapan ve başkalarına “faşist” diyen “adalet bakanları” gibi. Gerisini siz tahmin edin.
Biz direnen kadınlar zindanda da olsak, -dışarıda yaptığımız gibi- gereksiz konularla değerli zamanımızı heba etmiyoruz. Kendimizi, TJA’yı, kadın hareketlerini, ülkemizi, Ortadoğu’yu, dünyayı canlı canlı takip ediyoruz. Devletleşen iktidar yanlısı medyadan da olsa, özgürlük, eşitlik, doğa haklarından yana olan bakış açısıyla edindiğimiz deneyimlerle satır aralarından ya da düpedüz yalan beyanla sunulanlardan mevcut durumu tüm çıplaklığıyla okuyoruz. Hem de “kral çıplak” diyen hesapsız çocuk saflığında.
Yalakacı, çıkarcı gazeteciler ve adlarının önünde bol keseden prof, doç, dr yazılılara çok acıyoruz. “Aslında öyle değil, böyledir ama sende ahlak, vicdan, insanlık kalmadığı için doğru söylemiyorsun” dediklerimize, sözünü kurmaktan aciz hak satanlara ve bunların yanı sıra mevcut insanlıktan çıkma halini ondan daha iyi tarifleyen yokmuş gibi kendini şişirenlerin saçmalamalarına çok hayıflanıyor, acıyoruz da.
Hele de yaranmacı, çıkarcı, her dönem iktidarının ‘adamı’ olmayı huy edinmiş olanların gözlerinin fıldır fıldır nasıl da kamerayı, deklanşörü arayıp ne kadar dürüst, yaranmacı, çıkarcı olduklarının yarışını birincilikle bitirmek için ayak oyunlarına girdiklerini gösterme hallerinin lanetine bakakalıyoruz. Onlar gibi olmadığımız için bir kez daha mücadelemizle gurur duyuyoruz. Bu görüntüleri diğer tekçi ulus devlet rejimlerinde de görmek mümkün. Yani bizim çok özel bir yeteneğimiz yok.
Bu hal ve gidişat, 1. ve 2. tur seçimleri komedyasında daha net görüldü. Çoklu kazanımlardan tekli kazanıma kendini kitleyenlerin umutsuzluğu epeyce görülüyor. Silahlı gücü, devlet olanaklarını arkasına alan iktidar, devletle muhalefetin yarışını demokrasi gibi meydanlara sürdü. Seçim sonuçlarını halkın iradesi olarak görenler, iki dönemdir Kürt belediyelerine kayyum atanmasına, “halkın iradesi işgal edildi” diyemeyenler, “seçim kazanılmadı, iktidar ele geçirildi” demenin mücadelesini veremiyor. Bu durumun ulus devletin iflası demek olduğu konusuna da hiç girmeyeyim.
Seçim yarışını kaybettik diyenler; siz onurlu toplumsal barışı, kadın-insan-doğa, farklı halklar, inançlar, eşitlik, özgürlük, ana dil, örgütlenme hakkını mı oylamaya sundunuz? Bunların insanlık tarihinde oylamaya sunulmuşluğu var mıdır? Doğuştan sahip olunan, alanlarda kazanılan hakları nasıl oylamaya sunabildiniz? Kaybettik diyenler, siz özgürlüğünüzle mi vedalaştınız? Kaybetmek, olsa olsa mücadeleden vazgeçmekle olur.
Size bir zindan örneği vereyim: Çok uç deseniz de bir bakın. Bildiğiniz gibi, özgürlük mücadelesi, Kurdistan ve Türkiye’de aşağılanan, yok sayılan, kimliğinden, inancından, cinsinden utanması için ‘terörist’ olarak damgalanmaya karşı, yani faşist zihniyete karşı on yıllardır aralıksız devam ediyor.
‘Terörist’ algısı ne kadar çok pompalanıyorsa faşizme karşı on yıllardır bir o kadar da özgürlük yaygınlaşıp ret ve inkâr edilen kimliklere özgüven kazandırıp, kendinden utanmamayı öğretiyor. Artık Kürdüm, kadınım deme özgüvenini içinde yaşadığı toplumun direnişinden almış oluyor. Hadi zindana gel diyeceksiniz. Tamam sıkmayayım:
Zindana Türküm diyen gardiyan kadınlar atanmış. Bir de (Kürt olmayı kendine bile yüksek sesle söyleyemese de) Kürt olanlar var. Aralarında sorun çıktığında Türk olanlar, Kürt olanlara “terörist” dediğinde, Kürt olanlar da onlara “faşist” diyor. Yani bir anda iki gruba ayrılıp zindan koridorlarını ayaklanmaya dönüştürebilirler. Demek ki, kazanılan kaybedilmez! Dünyada kökü kurutulmayan tek şey, özgürlük mücadelesinin kazandırdığı özgüvendir. Biz “xwebûn” diyoruz!..