Geçen haftaki yazımda ölüm yıldönümü nedeniyle Murray Bookchin’den bahsetmiş, sadece seçimleri kazanmaya endeksli ama toplumun kazanmasına hizmet etmeyecek muhalefet anlayışının alternatifi olarak Bookchin’in fikirlerinin değerine dikkat çekmek için yazının başlığını da “muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Bookchin” diye yazmıştım. Gerçekten de Türkiye’de, Ortadoğu’da Kürtler dışında, çağın sorunlarına ve çözüm önerilerine dair bunca detay üzerinde çalışmış bu filozofa ilgi ve iltifat neredeyse yok denecek kadar az. Çağımızın sorunlarına ve çözüm yollarına dair iki baş yapıtı olan “Kentsiz Kentleşme” ve “Özgürlüğün Ekolojsi” kitapları, üzerinde yüzlerce makale yazılmayı, üniversitelerde ders olarak okutulmayı hakkeden kitaplar. Sistem üniversitelerinin, devlet güdümlü ve çevrenin yok edilmesine, talan edilmesine fetva veren akademinin Bookchin’i görmezden gelmesi anlaşılabilir. Fakat ezilenlerin alternatif iktidarına dair arayış ve mücadele içerisinde olan sol, sosyalist çevrelerin de Bookchin’i bu kadar görmezden gelmeleri anlaşılabilir bir şey değil. Muhtemeldir ki Bookchin’in Marksizm eleştirileri, Stalinizmle olan hesaplaşmaları ve Troçki’ye duyduğu yakınlık bu görmezden gelmenin önde gelen nedenleridir. Aynı şekilde anarşistlerin de, Bookchin’in anarşizme dair eleştirilerinden duydukları rahatsızlık görmezden gelmelerini etkileyen başlıca sebep olsa gerek.
Özgürlüğün Ekolojisi kitabında Murray Bookchin, çağın en önemli sorunu olan ekolojinin talan edilişine, çevrenin çöküşüne dair analiz ve çözüm önerilerine esas olarak “toplumsal ekoloji” düşüncesini geliştirmiştir. İnsanın biyolojik doğasının evrimleşmesinin bir sonucu olarak İnsanın toplumsal doğasının ortaya çıktığını öne süren filozof, toplum ile doğanın iç içe geçtiği katılımcı evrimi düşüncelerinin merkezi kılar. Türlerin gelişiminde bu katılımcılığın çok önemli bir rol oynadığını, türler arasındaki rekabetin değil işbirliğinin dolayısıyla insanın doğadaki türlerle bir rekabet, bir alt etme, hükümran olma değil kendi türünün gelişimini sağlarken diğer türleri de geliştiren ve koruyan katılımcı, hiyerarşik olmayan eşitlikçi bir işbirliğinin önemine dikkat çeker. Tarihsel olayların bir yanıyla özgürleştirici bir yanıyla köleleştiren unsurlar içerdiği, bunlardan özgürlük mirasının özgür topluma giden yolda yol gösterici olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürer. İnsanın kendi türünün gelişimi ile doğanın gelişimini birbirine paralel kıldığı ekolojik-özgür toplum idealini savunur; insanlığın ilksel dönemlerinden tarihsel görünümleri örnek vererek bu toplum idealinin yeniden olanaklı olduğunu sorgular. İnsanı, doğal olan ile toplumsal olanın iç içe geçen yapısını temele alarak açıklayan Bookchin, nihayetinde topluma, doğa ile kurulan uzlaşım ölçüsünde bir değer biçer.
Bookchin’e göre çevre sorunlarının ortadan kaldırabilmek için öncelikle onların nedenleri saptanmalıdır. İnsanın doğayı ham madde olarak görmesi ve sorumsuzca kullanması, kendi türsel gücünü doğaya tahakkümle özdeşleştirmesi, kapitalist yapılanmanın bir sonucu olsa da bunun da gerisinde yatan ben ve öteki arasında kurulan hiyerarşik ilişkidir. Bu bakımdan Murray Bookchin, kitabında doğaya tahakkümün kaynağında insanın insana tahakkümünün yattığını söyler. Dolayısıyla bu tahakkümün ortadan kalkışı da ancak insanlar arası ilişkide hiyerarşi ve tahakküme dayanmayan yeni bir toplumsal yapılanmanın inşası ile mümkündür.
Bu kitabında Bookchin, çevre sorunlarının kaynağına yönelik tespit ve analizleri ve bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinin yanı sıra “derin ekoloji” ve “ekofeminizm” gibi çevre felsefelerine yönelik eleştirileri de onun “toplumsal ekoloji” düşüncesinin temellendirilmesinde önemli yer tutmaktadır. İnsanın insanla, insanın doğayla kuracağı eşitlikçi ilişkiye dair bu felsefi yaklaşım ve önerilen paradigma bugünkü toplumsal olanı yeniden kurma arayışları için çok önemli bir alternatif sunmaktadır.