Kendimize ve çevremize “Şimdi ne olacak?” diye sormaktan artık vazgeçelim. Asıl sorulması gereken bu değil, doğru soruyu sorarak ancak doğru cevaba ulaşabiliriz. Doğru cevap da kişinin kendisinde saklı. “Ne yapmalıyım” diyerek doğru cevabı bulacağına inanıyorum.
Her şeyden önce kendi umudunu diriltmekle başlanabilinir. Kırılan umutları yeniden canlandırabilir, birilerinin yeniden umutlu olmasına vesile olabiliriz. Çünkü yaşamaya karşı bizi istekli hale getiren en büyük şey umuttur. Çok daha karanlık dönemleri de yaşadık. O karanlık anlar bizi hep aydınlık günlere yaklaştırdı. Bu da o günlerden biridir. Şöyle bir geçmişe dönüp neler yaşadığımıza bakalım. Korkunç anlar yaşadık. Burada işkence tezgahlarını anlatmayacağım, köy yakmalarını yıkmalarını da, sokaklarda faili meçhul cinayetleri de çünkü iliklerimize kadar bunları hepimiz yaşadık. Birebir yaşamayan okumuş, tanık olanlarla tanışmıştır. Ama asla özgürlüğe, eşitliğe ve barışa olan özlemini kaybetmedik. Başka bir dünyanın mümkün olduğu umuduyla ve bilinciyle bu günlere geldik. Ve hala o özgür, eşit, barış içinde yaşayacağımız dünya bizi bekliyor.
Ve unutmayalım yaşadığımız en karanlık anlar, bize aydınlığın kapısını aralayan en yakın anlar oldu. O halde şimdi umudu büyütmenin, direnmenin zamanı.
28’inde kazanan bir taraf olmadı. Ülke olarak demokrasiyi de kaybetmedik. Hemen sabahında değişen bir şey olmadı. Gece yarısına kadar kutlama yapanlar da sabah kalkıp işine gittiler. Şöyle bir bakın tanıdığınız Cumhur İttifakı’nı destekleyenlere, hayatlarında bir değişiklik var mı? Zengin olan zengin, fakir olan fakir, işsiz olan işsiz, tabii ki hırsız olan da hırsızlığını, yolsuzluk yapan da yolsuzluğuna devam ediyor.
Demek istediğim bu sistem herkesi olduğu yerde daha da köleleştiriyor, bağımlı hale getiriyor. Bu sistem toplumları kutuplaştırıyor ve insanları bireyselleştirerek yalnızlaştırıyor.
Sistemin bizlerde oluşturmaya çalıştığı zincirleri dayanışmayla kıracağız. O zaman benim önerim hiçbir insan bir insana karşı öfkelenmemeli, kızmamalı, bunlara izin vermemeliyiz.
Hemen yanındaki AKP’linin elini sık ve anlatmaya başla. Çünkü mücadele devam ediyor ve kazanmak zorundayız. Onun senden, senin de ondan başka kimsesinin olmadığını anlat. İşçi olarak bize bu ücreti reva gören, güvencesiz çalıştıran, sürekli sırtımızdan zenginliğine zengin katan ne o patronun ne de Meclis’e gönderdiğimiz iktidarın umurunda olmadığımızı onlara anlat. O halde el ele tutuşmanın, kucaklaşmanın zamanı.
Birbirinizin etnik kimliğine, inancına, kültürüne, diline karşı olmayın. Yaratılan her şey güzeldir deyip çok renkli, çok dilli olmanın bir zararı olmadığını anlatın. Bunun için birbirini inciten, öldüren, yok sayan olmayın. Bu iktidarın basit bir oyunudur. İktidar halkları yönetmek için halklar arasında milliyetçiliği ve ayrımcılığı aşılıyor. Bu iktidarın bizi yönetmek için kullandığı en büyük silahlardan biri. Bu oyunu bozun, “benim kendi dilimle, dinimle yaşama hakkım varsa, onun da vardır” deyin. Anlayacaktır. Yeter ki anlaması için çaba gösterelim.
Elinden tutup sadece “iktidara seçtiğin kişilerin çocukları nerede okuyor, ne giyiyorlar bir bak” demen bile belki değişmesine yeterli olacaktır. Bir de biz halk çocuklarının nerede okuduklarını, ne giydiklerine bakın aradaki adaletsizlik küçümsenmeyecek kadar büyük ve acıdır.
Özgürlüğümüzü değişerek, değiştirerek, örgütlenerek, örgütleyerek kazanabiliriz. Bütün bu kararları harekete geçirecek şey de umudumuzun yüksek olmasına bağlıdır. O halde umudumuzu diri tutarak mücadelemize devam ediyoruz. İşimiz ve yolumuz çok uzun. İşçiler, kadınlar, gençler, işsizler, yoksullar bizi bekliyor, her zamankinden daha çok fedakarlık gerektiriyor.
Bir sosyalist partinin yöneticisi gibi olduğun yerde mücadele edebilir, bir sendikacı gibi iş yerimizde haklarımız için toplanabilir, patrona karşı durabiliriz. Kadınlar, ekolojistler, işçiler, işsizler, KHK’lılar yani mücadelenin bütün dinamikleriyle bir araya gelerek faşizme karşı mücadele edebiliriz. Bu mücadelemizin sonucunda yeni ve özgür dünyayı ellerimizle yaratabiliriz.