HDP Van Milletvekili
Bugün Meksika’da özgürlük savaşı veren Zapatalar, ilk ortaya çıkan sözcüklerin üç tane olduğuna inanırlar. Bunlar: Demokrasi, özgürlük ve adalettir…
Zapatalara göre diğer tüm sözcükler bunlardan türemiş ve ayna karşısında da çoğalmışlar. Buna göre, özgürlük, herkesin istediğini yapması değil, hangi yolu seçmek isterse o yolu seçmek; ihanet etmeyecek doğru yol ve sözcüklere girişmektir. Demokrasi, düşüncelerin güzel bir anlaşmada birleşmesiydi. Herkesin aynı şeyleri düşünmesi değil, tüm düşüncelerin ya da çoğunluktakilerin, azınlıktakileri ortadan kaldırmadan çoğulluk-çoğunluk için iyi olacak ortak bir anlaşmada buluşmasıydı.
Bir farklılaşma ve zenginleşme örneği olarak özgürlüğü; ahlak, demokrasi, politika, yönetim, adalet vb. kavramlardan farklı ele alamayız. Hepsi iç içedir… Hepsi birbirini tamamlar. Fakat hakikat açısından şunu net vurgulayabiliriz: Özgürlük, anlamaktır. Şair Yannis Ritsos’un deyimi ile hiçbir şey bilmesek de her şeye rağmen varlığını bildiğimiz, öğrendiğimiz tek kelimedir özgürlük…
Zapataların öyküsünü hatırlatmak istedim, çünkü bu öykünün devamında ‘teslim olmak’ kelimesinin karşılığı olmadığına değinilir. Doğru bir dilde böylesi kelimelere yer olamayacağı anlatılır. Yani bugün tüm iktidar dillerinin ‘itaat, teslimiyet’ kelimelerinden ibaret olması tesadüf olmasa gerek.
9 Mayıs 1976’da ağır tecride maruz kaldığı hücresinde öldürülmeden Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) önderlerinden Ulrike Meinhof, “Protesto, bana neyin yanlış geldiğini söylememdir; direniş ise benim için yanlış olanın tekrar vuku bulmamasını sağlamamdır” diyor. Sonra da meşhur ‘bir taş için bir şeyler diyebilirsiniz ama bin taş atılıyorsa bu politiktir’ formülünü ortaya atarak, politikanın bir oluş hali olduğuna dikkat çekiyordu.
Bu çağın temel direniş kanalı, siyaset teorisine göre ‘çokluk’ üzerinden akıyor. Binler, onbinler sürekli hareket halinde! Azınlık-oluş, kadın-oluş, demokratik-oluş, direniş-oluş ile beliren mücadeleler çağı bu. Birer politik tasarı olarak zindanlar, toplum gerçekliğine karşıt bu ulus-devlet çağında, bir kapatılma mekânından çok daha fazla işleve sahip yok etme makineleridir. ‘Tekliğin’ kurgulandığı yerlerdir. İçine aldığı birey üzerinde operasyon yapar ve tek isteği vardır: Kendisine teslim olunması…
Bu isteğe karşı zindanların en büyük cevabı açlık grevleridir. Tecrit ve açlık grevleri, duyan kulaklar, gören gözlere ve hisseden yürekler için şu an ülkedeki başat konu. Peki neden başladı ve dalga dalga yayılıyor açlık grevleri? Türkiye’deki savaş politikalarının şekillendiği merkez olan İmralı adasında bulunan Sayın Öcalan üzerinde tarifi zor ve görülmemiş bir tecrit var. Grevler bu tecridin son bulması için başladı.
Açlık grevleri tarihsel bir hat, hikâye ve mirastır. Özellikle son yüz yılda sürekli olarak gündemdedir. Tarihi olarak Roma dönemine kadar uzanır, fakat amaç burada farklıdır, henüz siyasal bilinçle yapılmamaktadır. Politikleşmesi ise Çarlık Rusya dönemindedir. Dünyaya mal olması 20. yüzyılın başında İngiltere’de oy hakkı isteyen kadınların, cezaevinde greve başlamasıyla olur. Taganka zindanından, RAF örgütünün eylemlerinden, Britanya sömürgeciliğine karşı İrlandalı devrimcilerin sayısız eylemlerden ve dünyadaki pek çok zindanda gerçekleşen sayısız eylemlerden burada tek tek bahsetmemiz mümkün değil. Türkiye özelinde de bu grevler çoktur ve büyük bedeller verilmiştir. Özellikle 1970 sonrası gelişen sosyo-politik çerçeve, Türkiye’de önemli momentler yarattı. 1980’lı yıllarda değişen dünya düzenine uyum süreci ve gelişen askeri darbe baskıları bambaşka bir noktaya çekti. Bu süreçte Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeniden dirilişi, devlet katında akıl almaz bir yok etme hareketi ile cevap buldu. Zindanlar yine başroldedir bu dönemde. 1981 ve 1984 yılları arasında zindanlarda, 34 kişi hayatını kaybeder.
Türkiye’deki zindanlarda bu süreç ilk büyük dalgadır. İkinci büyük dalga 1990’lardır. Üçüncü süreç kısmen 2000 sonrasıdır ve 2012 önemli bir durak olarak yerini alır. Ulucanlar Cezaevi’nde, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde, Eskişehir Özel Tip Cezaevi’nde, Metris ve Sağmalcılar’da ve elbette Bayrampaşa’da büyük direnişler oldu ve burada onlarca tutsak katledildi.
Denis O’hearn, “Altı yılımı Bobby Sands’ın biyografisi üzerine yaptığım araştırmayla geçirdim. Bana ‘Bobby Sands hakkında öğrendiğin en önemli şey nedir?’ diye sorulduğunda, cevabım oldukça basit. Bobby Sands’e ilişkin en önemli şey açlık grevinde nasıl öldüğü değil; nasıl yaşadığıdır. Eylem gücüyle, H-Blok içerisinde dünyanın duyarsız kalamayacağı bir hareket ve topluluk inşa edebilmiş olmasıdır” diyor.
Bu soruyu 14 Temmuz ölüm orucu direnişi için biz de devralabiliriz. 14 Temmuz direnişi ile nasıl oldu da dünyanın duyarsız kalamayacağı bir hareket ve topluluk inşa edebildi? 5 No’lu içinde dünyaya ses verdi? Nasıl yaşadılar da geleceği inşa ettiler?
Hayri Durmuş, 14 Temmuz 1982’de, Hilvan-Siverek grubunun sorgulanması sırasında siyasi savunmanın engellendiğini belirtip, “Baskı ve işkence bütün sınırları aştı. Yaşama hakkına saldırılıyor. Cezaevinden ceset çıkıyor. Yüzlerce insan sakat kaldı. Onurunu ve değerlerini korumak isteyene ölümden başka hiçbir yol bırakılmadı. Yasalarınıza göre bize vereceğiniz cezanın bin beteri çektirildi, çektiriliyor. Burada ağzımızdan çıkan her sözcüğün cezaevindeki bedeli vahşettir. İşlenen bu büyük suçları tüm engellemelerinize rağmen dünya kamuoyuna göstereceğiz. Şu andan itibaren ölüm orucuna başladığımı duyuruyorum. Eğer eylemim ve ölümümle arkadaşlarıma; partime ve halkıma faydalı olabilirsem, bundan mutluluk duyarım” diyerek ölüm orucuna girdiğini duyurdu.
Girdikleri grevi “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyerek savunan Kemal Pir, “6 kişiyle başladık, 16 kişi olduk, yarın milyonlar olacağız” diyerek tarihe karşı haklı çıkmanın gururu ile aramızdan ayrıldı. 14 Temmuz ile dayatılan teslimiyet ve ihanet duvarları yerle yeksan olmuş, bir hareket ve halkın kaderini değiştirmiştir.
M.Hayri Durmuş, “Vahşetinizi dünyaya göstereceğiz” diyordu o Diyarbakır Askeri Mahkemesi’nin soğuk salonlarında. İşte bugünkü açlık grevlerini bu sözler üzerinden ancak anlayabiliriz…
Türkiye ve Kürdistan’daki zindanlar Temmuz 2015’ten bu yana farklı bir dönüşüm yaşıyor. İçeride ve dışarıda güncellenen faşizm, kendini zindan duvarları arasında hızlıca tesis etmeye başladı ve farklı bir forma evirildi. Zindana karşı yeniden ve çok daha çetin bir irade gaspı savaşı başlattı. Sürgün politikaları, geri gelen işkence yöntemleri, sıradanlaşan ağır hak ihlalleri yeni konseptin basit yanlarıdır. Şimdi bu duruma yüksek bir itiraz duvarı çekiliyor. Leyla Güven’in 8 Kasım’da başlattığı ve onlarca cezaevine yayılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi, 51’i kadın 281 tutuklu ile sürüyor.
En kritik dönemlerde zindanlar öncülük yapıyor. Bu durum dışarıya da bir mesaj değil midir? Bir eleştiri değil midir? Şüphesiz öyledir. Bunun eğilip bükülecek yanı yoktur. Dışarı ses olamadığı için içeri faşizmin önüne elindeki tek ve en önemli direniş alanı olan bedenini siper ediyor. 14 Temmuz’da olan budur, 96 sürecinde olan budur ve 2012’de de böyle oldu. 2018-19 süreci ise dört bir yandan başlayan süreç başka bir çağrı niteliği taşıyor. Şüphesiz siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişmeler baş döndürücü ve bunların yerel/ulusal/uluslararası etkileri topluma yansıyor. Ağır faturalar yoğun bir şiddet dalgası ve korku iklimi ile dalga dalga veriliyor. Tek adamlık sistemi ile tüm alanlar ele geçirilerek her şeyin üzerinde tahakküm kurmaya ant içilmiş. En başta da altını çizdiğim gibi bunlar bu ülkede tecrit ile yakından bağlantılı ve zindanlar da tam olarak buradan ses ediyorlar. Onların sesi izole binalardan, gecekondu aralarından, medyanın sustuğu gözeneklerden, iktidarın rezalet politikalarından, tiksinç verici ahlakından, olmayan adalet binalarından sıyrılarak vicdanlardaki yerini alıyor. Duymak yetmiyor, onu taşımak da gerekiyor.
“İskelete döndüm ama önemli değildi. Çözülmemekten başka hiçbir şey önemli değildi” diyen açlık grevindeki Bobby Sands’ın hücresindeki penceresinden battaniyesinin üstüne kar yağdığı bir gecede kendi kendine şöyle söyler: “Tiocfaidh ar la”…
Yani “bizim de günümüz gelecek”
Açlık grevleri meşrudur, haklıdır ve talepleri taleplerimizdir. Bu mücadele başarıya ulaşacaktır.