Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet, din ve ümmet geleneği İttihat ve Terakki ve ardından gelen CHP iktidarı ve sonraki tüm iktidar dönemlerinde devam ettirilerek, burjuva demokratik bir kültürün gelişmesi ya da başka bir ifade ile toplumun özgürleşmesi ve siyasetin toplumsallaşması engellendi. Muhalif olanlar ve muhalefette yer alanlar, bölücülükle, vatana ihanetle, ayrımcılıkla ve rejimi yıkmakla itham edildi ve ağır bedeller ödetildi: Gözaltılar, tutuklamalar, hapislikler, takipler, tacizler, idamlar ve katliamlara kadar varan yıldırma taktikleri ile demokratik hak ve özgürlükler askıya alındı. Kadim devletten ve ordudan yana olma tutumu, statükoculuk ve sistem savunuculuğu, kişiye ve güce tapınma refleksi, entrikacılık ve komplocu yöntemler, Türk siyasetinin parametrelerini oluşturdu.
Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü, devletin bekası, milli, manevi, dini ve kültürel değerlerin korunması/kollanması ideolojik ve siyasal refleksleri belirlerken vesayetçi ve temsili demokrasicilik oyunu Türkiye’nin karakteristiği haline geldi. Türk oligarşisinin militarist, şovenist ve yayılmacı hedefleriyle de örtüşen bu siyaset tarzı, AKP’den CHP’ye SP’den İP’ye, BBP’den VP’ye ve yeni kurulmakta olan partilere kadar tüm düzen partilerin iç ve dış politikalarına yön veriyor. Bu siyasal ve toplumsal süreç Tanzimat’ın İlanı’ndan beri sürüp gelen devletin ve toplumun yukarıdan aşağıya doğru askeri ve bürokratik elit tarafından düzenlenmesi ve denetlenmesi geleneğinin (devletin ve toplumun ilişki ve işleyiş kurallarını yazılı olarak düzenleyen anayasacılık geleneğinin) devamı anlamına geliyor.
1924 Anayasası’ndan güç alan CHP, ardından gelen DP ve onun ardılları olan AP, ANAP ve AKP’nin devam ettirdiği totaliter rejimde, egemen ulus ve devlet şovenizmine dayanan ve toplum hayatının tüm alanlarını kapsayan, “tek tip düşünce, tek lider, tek parti, tek millet, tek dil, tek din, tek mezhep” geçerli oldu. Düzen partilerinin Türk tipi demokrasicilik oyununu ifade ededen bu durumu, farklı ideolojik ve siyasal yönelimlere sahip olduklarını iddia etmelerine karşın, gerçekte aynı konular hakkında aynı argümanlarla aynı fikirler öne sürmeleri olarak özetlemek mümkün. Yani ister iktidarda ister muhalefette olsun siyasal olarak anlatılan hikaye aynıdır. Sadece parti liderlerinin eğitim ve kültür düzeylerine göre siyasetin kaba ya da ince diliyle ifade edilen üslup farklılığı var.
Tarihsel olarak birinin İttihat ve Terakki hareketini diğerinin Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin ideolojik ve siyasal geleneğine dayanan iki damar üzerinden şekillenen Türk siyasetinin parametreleri 12 Eylül darbesinden sonra yeniden oluştu. AKP ve onun değişmez Genel Başkanı Erdoğan, İttihat ve Terakki ile CHP’nin tek parti dönemine özenerek bütün bir tarihsel sürecin ana damarını ve akımını temsil eder hale geldi. Bundan dolayı muhalefeti kendi peşinden sürükleyerek Türkiye’nin en uzun dönemli iktidarını kurdu. Daha da önemlisi 1876’dan beri sürüp gelen parlamenter sistemi değiştirerek “Türk tipi başkanlık” rejimine geçmeyi başardı. Bu başarıda toplumun geçmişe özlemi, tek kişiye bağlanma ve devleti yüceltme refleksi etkili oldu.
Düzen partilerinin siyasi kültürü Türk milliyetçiliğinden kaynaklanıyor. Milliyetçilik bu partilerin siyasal dini haline geldi. Devletten ve ordudan yana olma tutumu, statükoculuk ve sistem savunuculuğu, kişiye ve güce tapınma psikolojisi, entrikacılık ve komplocu vb. yöntemler. Bu partilerin demokrasiyi amaç değil sadece bir iktidar aracı olarak görmelerindendir. Türk oligarşisinin militarist, şovenist ve yayılmacı hedefleriyle de örtüşen Türk siyasetinin bu karakteristik özelliği, Latincede “sui generis” kavramıyla ifade edilen “kendine özgü” bir durumdur.
Emperyalizmle işbirliği halindeki Türk oligarşisinin ulusal ve sınıfsal reflekslerini ve politik eğilimlerini temsil eden düzen partilerinin demokrasicilik oyununa karşı bir düzen/sistem değişikliği devrimci ve demokratik güçlerin değişmez siyasal gündemini oluşturuyor. Bu da, sistemin çatlakları üzerinden değil, cepheden bir karşı duruşun gerçekleştirilmesini ve bu bağlamda birleşebilecek bütün güçlerin ortak bir kulvara yığılmasını sağlayacak bir stratejik yönelimi zorunlu kılıyor. Türkiye’nin özgür ve demokratik geleceğinin tek yol budur.