Özel savaş temelde zihni ve yaşamı muğlaklaştırmayı amaç edindiği için, özel savaşa karşı mücadele geliştirirken hakikatin peşine düşmek en doğru başlangıç noktası olacaktır. Bunu gerçekleştirirken ise alternatif bir paradigma ile azami iktidar formu olan ulus-devlet mekanizmasının iktidar ilişkilerini çözümlemek gerekir
Ekin Yeter*
Tekelci iktidar ilişkilerine dayanarak toplumlara karşı çok yönlü geliştirilen bir yöntemdir savaş. Devletli uygarlığın gelişimi ve aldığı çeşitli formlar savaşların tarihsel gelişimi ile paralellik gösterir. Devletli uygarlık sisteminin azami iktidar ihtiyacı homojenleştirmeyi beraberinde getirmesiyle en üst seviyede tekelleşen bir siyasi, hukuki, askeri, ekonomik ve sosyal bir yapı olan ulus-devlet formu gelişti. Her ulus-devlet kendisine uygun bir ulusu şekillendirerek tekçiliği esas aldı ve bu da farklılıklara tahammül edilmeyen bir sistemi oluşturdu. Egemenlerin çıkarlarını korumak amacıyla toplumsal ahlaktan kopuk oluşturulan hukuk sistemi, iktidar kurumları, siyasi mekanizmalar içerisinde savaş dönem dönem yeniden kodlandı. Topluma karşı fiziki, özel ve psikolojik savaşlar bir arada yürütüldü ve birbirini besleyen yöntemler olarak ele alındı. Sadece ordularla değil, tarihsel, kültürel, sosyal, ekonomik bütün dokulara en derinlemesine işleyecek bir biçimde yürütüldü.
Karmaşık ve zamana yayılan düşük yoğunluklu çatışmalar, düşman olarak damgalanan grupların diline, tarihine, kültürüne saldırılar, basın aracılığıyla ortaya çıkartılan algı yönetimi, faşizmin güçlendirilmesi, tüketim, tecavüz ve linç kültürü, zihni ve yaşamı muğlaklaştırma, doğruyla yanlışı bağlamlarından koparma en çok karşımıza çıkan özel savaş yöntemlerindendir. Bu yöntemler uygulanırken de topluma değer yitimi travmaları yaşatılarak, kötülük, ölçüsüzlük ve onursuzluk dayatılır. Bütün kurumlar özel savaşın birer enstrümanı olarak ele alınır, uygulayıcıların pratikleri cezasızlık ile ödüllendirilir, kurumlara yaptırılamayan kötülükler suç örgütlerine yaptırılarak aklanma gerçekleştirilir. Temelde devlet tekeli ile başlayan ve ulus-devlet formuyla kurumlaşan iktidar savaşı, ahlaki ve politik toplumun reddi ve sistematik olarak inkârı üzerinde varlık kazanmış oluyor.
Tarihsel veriler neolitik devrimin ve toplumsallığın Kürdistan coğrafyasında filizlendiğine işaret ediyor. Bu nedenle işgal, istila, sömürü pratiklerine çokça maruz kaldı. Bu coğrafyada gelişen ahlaki-politik toplum işleyişinin ortadan kaldırılması, cumhuriyetin kuruluşundan daha önceye dayansa da emperyalizmin gücü ile gelişen milliyetçiliğin yıkıcı etkisi ile bir kez daha hedef alındı ve oluşturulan tekçi paradigma ile Kürtlerin ülkedeki varlığı bir güvenlik sorunu haline geldi. Bu güvenlik sorununun ortadan kaldırılması için devletli uygarlık sistemlerince geliştirilen fiziki özel ve psikolojik bütün savaş yöntemleri eş güdümlü olarak kullanıldı. Bu süreçte gerçekleştirilen katliamlar, hafızasızlaştırma, hakikatsizleştirme, asimilasyon, inkâr ve imha uygulamaları, 90’larda ise sistematiğini köylerin yakılması, faili meçhul cinayetler, tecavüz ve işkenceler, gazetelerin ve siyasi partilerin bombalanması, çocukların yatılı bölge okulları ile kimliksizleştirilmesi, geliştirilen işbirlikçilik ve psikolojik baskının yaşandığı travmalar ile sürdürdü. Bugün ise özel savaş mirasına yeni yöntemler eklenerek derinleştiriliyor. Eklenen yeni yöntemlerin başında insani değerlerin silah olarak kullanılıp toplumun terbiye edilmesi, ötekileştirme, yoksulluk ve kimliksizlik içinde kaybolma ve üst kimlik değerlerine yöneltme, kabul ve red ölçütleri ile oynama, değerlerin reddedilmesinin ödüllendirilmesi, aşiret, din, kadın erkek ilişkilerindeki çelişkilerden ve tüketim kültüründen faydalanma, moral duygusu üzerinde tahribat, fuhuş ve uyuşturucunun geliştirilmesi, kurumsallaşmaların engellenmesi ve gözaltı ve tutuklamaların sistematik bir şekilde gerçekleştirilmesi, algı yönetimi, şovenizm, militarizm ve milliyetçiliğin kışkırtılması, cezasızlık, yerelde ve uluslararası alanda sessizliğin sağlanması gelmektedir.
Özel ve psikolojik savaşın en yoğun hedef aldığı kesimlerin başında toplumsal değerlerin en güçlü taşıyıcısı ve aktarıcısı kadınlar geliyor. Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Türkiye’de emperyalist hegemonyaya, dinci milliyetçi ve cinsiyetçi rejimlere ve kadın kırımı politikalarına direnen bir kadın mücadelesi var. Dünyanın her yerinde en eski sömürgenin mücadelesi toplumsal muhalefetin yürütücü gücü haline gelerek iktidar ilişkilerini sarsıyor. Kadınların geliştirilen tüm saldırılara karşı ahlaki politik toplum değerlerini yaşatma çabası ve özsavunma göstermesi kapitalist modernitenin kadını nesneleştirme ile sosyal, kültürel, ekonomik ve ideolojik çok yönlü bir özel savaş geliştirmesine sebep oluyor. Gelişen son süreçte yoksulluk, üniformalı şiddet, üniversiteli kadınlara işbirliği dayatmaları, dijital alanda ses ve görüntü kayıtlarıyla şantaj yapılması, şiddet, taciz ve tecavüz olaylarında cezasızlık politikası, fuhuş ve uyuşturucu kullanımının yaygınlaştırılması, tarikat ve cemaatler aracılığıyla özgür kadın kimliğinin hedef alınması ve asimilasyon, kadın kurumlarının kapatılması, aktivist kadınlar üzerindeki sistematik yargı tacizi, gözaltı ve tutuklamalar, eş başkanlık sisteminin hedef alınması, kayyum rejimi ile belediye bünyesindeki kadın birimlerinin kapatılması, Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri gibi politikleşen direnişçi anne gerçeğinin tersine çevrilmesi gibi temel özel savaş yöntemleri ile kadınlar üzerinde gün geçtikçe derinleştiriliyor. Dersim’in Kayıp Kızları kitabında toplumu asimile etmek ve sosyo-kültürel yapıyı yıkmak için kız çocuklarının nasıl eğitildiğinin anlatısı ile “Kürt kızları devrimci olacaklarına fuhuş yapsınlar, uyuşturucu kullansınlar” söylemi arasında zihniyet bakımından hiçbir fark bulunmuyor. Saydığımız derinleştirilen tüm yöntemler özel ve psikolojik savaş yapılanmasının sadece şu andaki temsilcisi rolündedir.
Özel savaş temelde zihni ve yaşamı muğlaklaştırmayı amaç edindiği için, özel savaşa karşı mücadele geliştirirken hakikatin peşine düşmek en doğru başlangıç noktası olacaktır. Bunu gerçekleştirirken ise alternatif bir paradigma ile azami iktidar formu olan ulus-devlet mekanizmasının iktidar ilişkilerini çözümlemek gerekir. Kadınlar üzerinden toplumu vurmak bir iktidar geleneği halini almışken, mücadele yürütürken öncelikle kaybedilen kadın hakikatini ortaya çıkarmak, sonrasında ilk sömürgenin isyanı etrafında kenetlenmek gerçek bir toplumsal dönüşümü sağlamada en büyük adım olacaktır. Oluşturmaya çalıştığımız bilinç bazen kurumlarda yürüttüğümüz bir tartışmada, bazen kaleme aldığımız bir yazıda, bazen duruşma salonundaki bir savunmamızda, bazen sosyal ilişkilerimizde, bazen ise toplumsal bir talebin alanlarda dillendirilmesinde açığa çıkacaktır. Kendi bilincini kullanma iradesi göstermeyen ve bilincini toplumsal bilince akıtmayan birey, özel savaşın politikalarına açık halde savrulacaktır. Özel savaşın zihinsel işgal ve yapılandırma operasyonlarına karşı zihniyet inşa çalışmalarından bir an olsun vazgeçmemek, bilinçlenmek, örgütlenmek, öz savunmayı geliştirerek mücadeleyi toplumsallaştırarak ancak gerçek bir toplumsal inşadan ve özel savaşın boşa çıkartılmasından bahsedebiliriz.
Yeter ki mücadeleye inancımız eksilmesin.