Dört parçaya bölünmesi yetmezmiş gibi arasına da envai çeşit nifak tohumu ekilmiş Kurdistan ülkesinde, halk arasında derin bir huzursuzluk yaratmak ve var olan örgütlülüğü dağıtmak için bilindik karanlık eller devreye girmişti. Amaç insanların birbirlerine kuşkuyla bakıp dostluk, yoldaşlık bağlarının zayıflatılmasıydı. Bu noktada pek de başarısız sayılmazdı çakal çukal takımı. Ne de olsa ataları gibi mahirlerdi alavere dalavere işiyle bezeli Kayseri tüccarlığında. Ataları gibi onların da Kürt’e dayattığı şey Türk’e sonsuz biat ve kölelikti.
Kürd’ün köleleştirilebilmesi için son zamanlarda yoğun bir biçimde adına özel savaş dedikleri Gladyo yöntemine başvuruyorlardı. Bundan olmalı ki kimi insanların gözlerinde oluşan korku, sessiz sokaklarda yankılanıyor, umutları ise karanlık bir gölgede kayboluyordu.
Kurdistan ülkesinin kadim kenti Amed, görünmeyen sinsi bir düşmanın pençesinde, psikolojik bir savaşın hedefindeydi. Çocukların Hizbul-Kontra artıkları tarafından boğularak öldürüldüğü ve cenazelerinin günlerce bulunamadığı yürek dağlayıcı zamanlardan geçiliyordu.
Arîn ve Mazlum, Amed’in sevilen devrimcilerindendi. Her sabah kentin direniş kültürüyle efsaneleşmiş Sur ilçesinde yürüyüş yapar, tarihi sokaklarda çocukların neşeli sesleri ile moral alırlardı. Maalesef son zamanlarda çocukların gözlerindeki o eski ışıltıdan eser yoktu. Gözlerdeki fer sönmüştü adeta.
Nasıl sönmesin ki! Uyuşturucu sokaklara aşağılık bir politika sonucu resmi ellerle inmiş, fuhuş daha da görünür hale gelmişti. Dedikodu çadırları kurulurken güvensizlik ve gelecek kaygısı belirsizlik içinde halkın ruhunu sarmalayan karanlık bir örtü gibi umudun üstüne seriliyordu. Bir zamanlar umutla dolan sokaklar, şimdi kaygının soğuk nefesi ile cebelleşiyordu.
Bir akşamüstü Arîn ve Mazlum kendilerini Sur sokaklarının arasına bıraktılar. Geçtikleri bir sokakta içlerindeki kaygı daha büyüdü. Birkaç genç, kristal denen uyuşturucunun etkisinde zombi gibi dolanıyordu. Üç gencin özgürlük iddiasıyla bir araya gelmesine izin vermeyen sistem kristal uyuşturucuya ses çıkarmıyordu çünkü bir politikanın sonucunda o uyuşturucular “aile dostları” eliyle döşeniyordu sokaklara.
Mahalleli, çaresiz bir karamsarlığın kollarına yaslanırken “Keşke Çiyagerler burada olsaydı…” diye fısıldadı yaşlı bir anne, gözlerinde nemle. “Onlar buradayken kimse buna cesaret edemezdi!” Bu sözler, Arîn’in kalbinde bir yara açtı. Dudaklarını ısırdı, özlemle ışıldadı gözleri.
Payitahtın kalbi Sur’da ölçüleri ve ilkeleri muğlaklaştıran bir savaş dönüyordu; doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, dost ile düşmanın arasındaki çizgiyi giderek silikleştirmeyi amaçlayan özel bir savaş. At izini it izine karıştıran bir savaş…
Arîn ve Mazlum bu duruma kayıtsız kalamazlardı. Bir şeyler yapmalıydılar ama ne? Arîn kalemi eline alarak bir kâğıda “Çiyagerlerin ölçü ve ilkelerini yaşatmalıyız.” diye yazmaya başladı. Mazlum onun sözlerine ek yaptı: “Özel savaş, gerçekleri bulanıklaştırarak doğru ile yanlışı ayırt etmeyi imkânsız hale getiriyor. Birlikte yanlışların önüne geçmeliyiz. Özel savaş, en çok örgütlülüğün zayıf olduğu ve ölçülerin belirsiz olduğu ortamlarda kendine alan açarken muğlaklık yaratılarak insanların doğru kararlar almasını engelliyor…”
Ortak duygularla kaleme aldıkları yazıyı çoğaltıp Sur’un en bilindik duvarlarına çivilediler, bir zamanların Martin Luther’i gibi. Yazı; bir kıvılcım çaktı, yayıldı. İnsanlar, önce şaşkınlıkla sonra merakla Keçi Burcu’nun önünde toplandı.
Bunun üzerine Arîn, merdivenlerin üzerine çıkarak halka hitap etmeye başladı. Mazlum ise bir adım arkasında onu heyecanla dinliyordu. “Biliyor musunuz, özel savaş çok sinsi bir biçimde kendini etkili kılmaya çalışıyor. Özellikle de bir zamanlar direnişin en yoğun olduğu yerlerde. Ama kimse bunun farkında değil, farkında olsa bile harekete geçmekte tereddüt ediyor. Sistemin bu politikalarına karşı hepimizin üzerine sorumluluklar düşüyor. Özel savaş kimilerinde o kadar etkili ki dil ve düşüncesinin sisteminkine dönüştüğünden bihaber.
“Şöyle düşünün: Özel savaşın en büyük amacı zafere ulaşacağımıza dair umudu bitirmek! Etkisinde kalan için her şey olumsuz. Karamsarlık ve güvensizlik diz boyu. Bu etkiyi kırmak ve halkımızda umut oluşturmak için gece gündüz mücadele etmek gerekiyor.
“Bazıları hâlâ dalga geçercesine soruyor, özel savaş nedir diye! Halkımızın dayanışma ruhunu zedeleyen, örgütlülüğümüzü parçalayan her türlü yaklaşım, psikolojik ve özel savaşın bir parçasıdır. Karanlık güçler; fuhuş ve uyuşturucu ile halkı, kadınları, gençleri, çocukları kimliğinden ve değerlerinden koparmaya çalışıyor. Artık enerjimizi içe akıtıp birbirimizi suçlamayı bir kenara bırakıp üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirelim. Birlikte hareket edip örgütlenme seferberliğini başlatabilirsek bu karanlık sarmalı aşabiliriz.”
Arîn’i dinleyenlerden biri “Nasıl yani, özel savaş, insanları karamsar yaparak güvenilecek kimse kalmadığını mı söylüyor?” diye sordu. Arîn başını salladı, gözlerindeki kararlılıkla: “Aynen öyle! Aynı zamanda herkesin ‘Bir şey değişmez.’ demesi amaçlanıyor.”
“Peki, bu dilin etkisiz hale gelmesi için ne yapmalıyız?” diye sordu genç bir kadın. Arîn gülerek yanıtladı: “Öncelikle ilke ve ölçülerimizi netleştirerek herkesi kapsayacak bir örgütlenme seferberliği başlatmalıyız! Ne kadar çok ilke o kadar az dedikodu. Ne kadar çok umut o kadar az karamsarlık! Ne kadar çok örgütlenme ve mücadele o kadar etkisiz özel savaş!”
Kalabalıktan biri “Demek ki özel savaşa karşı en iyi silahımız, ilkelerimizi yaşamsallaştırmak ve umut dilini geliştirmek!” dedi içinde yeniden filizlenen bir güvenle.
Arîn’in sözleri, Mazlum’un kararlı duruşu Hewsel’in derinliklerinde yankılanıp On Gözlü Köprü’ye ulaştı ve Kırklar Dağı’nda Çiyager’in gülümseyen silüeti, çarmıha gerilmiş İsa gibi yükseldi. “Çare Çiyager…” dedi bir anne, “Umut Çiyagerlerde…” O an, bir kıvılcım gibi alevlenen başarma duygusu, kalabalığın içinde dalga dalga yayılıp arşa ulaştı.
İnsanlar, korkularını bir kenara bırakıp birbirlerine destek olmak için el ele vermeye başladılar. Dedikodular yerini sağlıklı tartışmalara bırakırken özel savaşın yol açtığı kızgınlıklar dostluğa, yoldaşlığa dönüştü. Zaman geçtikçe Amed’in o bilindik ruhu yeniden canlanmaya başladı. Her birey, sorunları anlamak, çözüm yolları geliştirmek ve özel savaşı boşa çıkarmak için sürekli bir çaba içinde oldu. Özgürlük, örgütlülük ve dayanışma ruhu, Kurdistan’ın kalbinde yeniden yeşermeye, yayılmaya başladı.
Böylece insanlar, örgütlenerek yalan sarmalı olan özel savaşın etkisini kırmış, birlikte hareket etmenin, dayanışmanın ve değerlere sahip çıkmanın önemini yeniden hatırlamıştı. Arîn ve Mazlum bu yolculuğun sadece bireylerin değil, tüm toplumun sorumluluğu olduğunun farkındalığını oluşturabildikleri için mutluydular. Artık Kurdistan’da yeniden, her kalpte umut, her gözde güven var, her akılda Çiyagerler vardı, Çiyagerler…
Arîn ve Mazlum, “Ne olursa olsun son muhteşem olacak!” diyen Çiyagerlerden aldıkları güçle halkın arasında gülümseyerek umut ve inançla yürüdüler; çünkü biliyorlardı ki gerçek güç, birlikte olmaktan, örgütlenmekten ve bunun için seferber olmaktan doğar.