Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta bir saat 9 randevusu daha verdi ve başörtüsü yasağını kaldıracağını açıkladı. Bu videoda esas olarak içerik yani başörtüsü yasağı meselesi dikkat çekti ve tartışıldı.
Hemen anlaşıldı ki Erdoğan’ın elinde bir anayasa değişikliği kozu bulunuyormuş. Başörtüsü yasağını kaldırma ambalajı içine konulacak bu değişiklik önergesinin içinde üçüncü dönem cumhurbaşkanı seçilebilme hakkı ve en çok oy alanın cumhurbaşkanı olduğu tek turlu seçim gibi maddeler konulacakmış. Eğer muhalefet bu değişikliğe karşı çıkarsa, başörtüsü yasağını savunuyorlar diye yurttaşlara propaganda yapılacak ve böylelikle anayasa değişikliği olmasa da yüzde elli bire ulaşmak için gereken oy miktarını muhalefetten kopartmak amaçlanıyormuş.
İşte Kılıçdaroğlu, aldığı bu istihbari bilgiyi değerlendirerek Erdoğan’ın önünü kesmiş oldu. Pazartesi başörtüsü yasağını kaldıran yasa teklifi veriyorum dedi; verdi mi bilemiyoruz çünkü gerek meclis gerekse siyaset gündemi bütünüyle sansür yasasıyla meşguldü.
Bu hayali ya da cismî yasa teklifinin içeriği, kılık kıyafet inkılabını tarihe gömmek. Dini ya da siyasal semboller kamusal alanda giyilemez diye bir yasa var (buna Perinçekçiler devrim yasaları diyordu) ve bu kalktığında başörtüsü sorunu da ortadan kalkacaktır. Böylelikle bir oy toplama ve genel olarak bir siyasal istismar aracı olmaktan çıkacaktır. Kılıçdaroğlu’nun dediği özetle bu inkılabı tarihin çöplüğüne bırakıp toplum olarak ileriye bakalım mesajından ibarettir.
Kılıçdaroğlu böylelikle Erdoğan’ın önünü kesmekle kalmadı. CHP’nin devletin gerçek sahibi olduğunu da bir kez daha hatırlattı. Yasağı koyan kaldırır. Kemalizm bu inkılabı yaptı, o halde Kemalizm bitirecektir. Burada verilen mesaj, bu tür kurucu yasaları değiştirme yetkisinin CHP’de olduğudur. Siz ne kadar uzun (20 yıl) iktidar olursanız olun devletin tapusu ve otoritesi hala CHP’de mesajıdır bu.
Aynı video, ‘helalleşme’ sloganı çerçevesinde de anlamlıdır. CHP’nin siyasal iletişim erbabı belli ki bir taşla birkaç kuş hedeflemiş. CHP bir yandan devlet nezdinde güvenilir makamın kendisi olduğunu vurgularken diğer yandan da muhafazakar seçmen kitlesi nezdinde günah çıkarma yoluyla seçmen tabanını genişletme hedefini hayata geçiriyor.
Ortodoks CHP’liler ya da şekilci ‘gardrop Kemalizmi’ bu hamleyi çok eleştirdi. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun çıkışı, zamanlaması açısından da çok eleştirildi. İran’da kadınlar başörtüsü zorunluluğundan kurtulmak için başkaldırmış, her gün öldürülüyorlar. Bunu görmeden, bundan bahsetmeden başörtüsü yasağını yani tersini kaldırdım demek siyasal körlük, perspektif yokluğu vb. birçok terimle izah edilebilir.
Dahası, Türkiye’de de başörtüsü serbestisi, kadınların tercihi ya da özgürlüğü olarak değil başörtüsü zorlaması halini alabiliyor. Taşrada özellikle de işyerlerinde, devlet dairelerinde vb. başörtüsü takmayan kadınlar neredeyse fahişe muamelesi görerek başını kapatmaya zorlanıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu koşullar altında başörtüsü takma ve takmama anlamında her türlü yasak ya da zorlama karşısında durduğunu vurgulamamış olması gerçek bir siyasi skandal. Ama fiyasko burada bitmiyor.
Biçim ve öz meselesinde içerik ya da özün önemi her zaman vurgulansa da son tahlilde biçim ve içeriğin o kadar ayrı şeyler olmadığı da akılda tutulmalı. Öz her zaman biçime yansır ve özneyi şekillendirir. Kılıçdaroğlu’nun videoda kullandığı semboller (aslında bir medyum olarak videonun kendisi de) buram buram mafya taklidi çabasıdır. Öykünülen karakter apaçık Sedat Peker’dir. Lümpen siyasallaştıkça siyaset de lümpenleşmektedir. Sedat Peker de bir masanın ardında beyaz (bazen siyah) gömlek giyerek videolar çekmektedir. Masanın üzerinde de tespih ve kitap bulundurmaktadır. Oysa bir sosyal demokrat parti başkanının öyküneceği birçok güncel ve tarihsel karakter mevcuttur. Örneğin o sessiz güç, uzun yürüyüş, pasif direniş gibi unsurlarla takviye edilmiş Gandi imgesi neden bırakılır da bıçkın bir lümpen örnek alınır bilinmez.
Peker’e öykünüp masaya tespih koymuşlar. Bıçkınlığın, şiddet tehdidinin ve lümpenliğin sembolü. Öte yandan Sünni Müslüman sofuluğun da sembolü. Ama Kılıçdaroğlu’ndan beklenen Sünni Müslüman olup imana gelmesi değil, bir Alevi yönetici olarak Sünni Müslüman inancına ve ibadetine saygı ile yaklaşacağı hakkında güvence vermesidir. Alevinin seçim arifesinde ansızın imana gelip din değiştirmesi pek inandırıcı değildir.
Kitaba gelince: ‘Türkçülüğün Esasları’. Ülkü Ocakları’nın teorik eğitim sembolüdür. Daha siyasi eğitim sembolü Nihal Atsız’dır, onun da dibi Rıza Nur ve biraz İslami maya da atınca Erdoğan’ın idolü Necip Fazıl’a ulaşmaya ramak kalmıştır. Ama bu ırkçı faşizmle helalleşme çağrışımı bir yana, Ziya Gökalp’in modern Türkiye’nin kurucu ideologu olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle hars ve medeniyet ayrımı çerçevesinde düşünerek bir uluslaşma ve batılılaşma perspektifi oluşturması üzerinde düşünülmelidir. Ama Gökalp’in bir başka kurucu etkisi 1930’ların korporatizm zihniyetidir. Durkheim’dan yola çıkar ve sınıf çatışması yerine harmoni içinde çalışan bir modern toplum projesi önerir. Bu, tabi ki otoriter bir toplumdur. Kemalizmin en otoriter şeklini alması, Nazizmden ve Stalinizmden etkilenmesi vb. hep bu felsefe çerçevesinde olur. Erdoğan’ın CeHaPe zihniyeti dediği şeyin kökü Gökalp’tedir. 21. yüzılın sosyal demokrat lideri olma iddiası taşıyan biri, o kitabı masaya koyarken bu otoriter ve korporatist zihniyetle nasıl bir hesaplaşma/helalleşme tasarlamaktadır? Bilinmez. Bunlar önemli sorular ama Gökalp ile ilgili her şey değil daha önemlisi var.
Ziya Gökalp hakkında Yakup Kadri şunları söylüyor: Balkan savaşı yenilgisi ruhu içinde İstanbul’dan Edirne tarafından Bulgar toplarının sesi duyulurken “çatısı altına iltica ettiğimiz bir mabet bulmuştuk: Türkocağı. İçeride Buda heykelini andıran bir acayip adam bize muttasıl gelecek olan bir kurtarıcıdan ve kurtuluş gününden bahseder dururdu.” O acayip Buda, Ziya Gökalp’tir ve siyasal işlevi yalnızca ideolog olmaktan ibaret değildir. 1913’te İttihat ve Terakki, Türkçü ideoloji doğrultusunda bir nüfus ve iskan projesini uygulamaya koyar: projenin mimarı Gökalp’tir. Anadolu’nun tüm gayrımüslim nüfusu, Türk devleti için ölümcül bir tehdit olarak yeniden anlamlandırılır. Gökalp’in de katkılarıyla oluşmuş Milli İktisat doktrini altında Ege’de Hristiyan nüfusun tarım ve sanayi tesislerine, ticari işletmelerine ve mülklerine ‘çökme’ operasyonu başlar. Operasyon Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde sivil Müslüman ahaliyi de içine katarak yayılır ve 1915 Ermeni soykırımı ile doruk noktasına ulaşır.
Gökalp, Taha Parla’ya göre “İttihat ve Terakki’nin resmi, Kemalizmin gayrı-resmi ideologudur.” Gökalp Kürt değil de ‘Kürt kökenli’ olma durumunun da prototipi sayılabilir. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’yla önemli bir benzerlik taşımaktadır. Kürt halkının Müslüman Türk ‘üst kimliği’ altında asimilasyonu fikri de büyük oranda ona aittir. İşte ‘Türkçülüğün Esasları’nı o masanın üzerinde görmek bu nedenle Kılıçdaroğlu açısından bir ‘titre ve kendine dön’ meselesidir. İronik olan, döndüğü şeyin de kendisi olmayışıdır. Bir Kürdün Türke dönüşümüdür burada emredilen. Tıpkı Ziya Gökalp’in kendisi gibi.
Semboller bunları çağrıştırıyor. Tespih hem bıçkın lümpenliği hem de Sünni bağnazlığı, kitap soykırım, imha, tehcir ve asimilasyonu, beyaz gömlek ve duruş da o sembollerin gerçek sahibi olan mafya şefini. Asıl sorun başörtüsü yasağı değil, bir sosyal demokrat liderin böyle videolar çekmiş olmasında aranmalıdır.