‘Yerel yönetimlerde halkın belediyeleri ne yapmalıdır’ üzerine yazarken ‘Bisiklet üretme kooperatifleri’ni anlatacağımızı söylememize rağmen, bunu biraz daha sonraya bırakıp, ‘Oyuncak Kütüphaneleri’nden söz edelim. Asında ulaşımın demokratikleştirilmesinden söz ederken birden ‘Oyuncak Kütüphaneleri’ ne geçmek sadece bir tesadüf değil ve bu ilişki metafizik bir bağlantı ile sınırlı değil.
Ulaşımın demokratikleşmesi, yani özellikle kadının kent içinde hareket edebilme şansının çoğaltılması ve onun bu hareket edebilme zamanına ve nedenine sahip olması ile doğrudan pratik bir bağlantı halindedir. Çocuk ile kadın bir yandan erkek düşüncesine çok uygun olarak, evine, çocuğuna hapsedilirken, aynı zamanda öte yandan, ‘çocuk bakmak’ bir işe dönüşmekte, çocuk, bakılacak bir işe ve nesneye dönüşmektedir. Bu durum ‘çocuk bakma’ işinin artık, serbest kalabilmiş, mesela okumuş bir kadın için başından savılabilen bir etkinliğe ve bununla birlikte küçümsenen bir etkinliğe dönüşmesidir. Zaten erkeğin bu işe hiç dokunmaması ya da akşam geldiğinde 15 dakika kadar çocuğu kucağında sevmesi ile sınırlanması bile bu meselenin derin bir cinsiyet ayrımı ile bu ‘üretim ilişkisi’ ile bağlantının ne kadar sınıfsal bir şey olduğunun, her gün gözümüzün önünde – ama belki de bu yüzden- pek farkına varamadığımız bir şey olduğunu göstermektedir.
Yerel yönetimler için önerdiğimiz ‘Oyuncak Kütüphaneleri’ öyle çok radikal ve bu ilişkiyi ters yüz edecek bir şey değildir ve zaten bu yüzden Avrupa’nın birçok ülkesinde, basit bir sosyal belediyecilik hizmeti olarak sunulmaktadır. Haftanın bazı günleri açık olan her mahalledeki oyuncak kütüphaneleri 1-3 yaş arasında ya da 3-6 yaş arasında çocukların oradaki oyuncaklarla birlikte oynama etkinliğinden başka bir şey değildir. Bu hem oyuncaklara ulaşamayan çocuklara onlara ulaşabilme hakkını verirken hem de çocukların ‘benim’ demeden oynayabildikleri ortak şeylerin olabileceğini gösterir.
Bu aynı zamanda her geçen gün neoliberal kent ile çok süratli bir şekilde ortadan kalkan mahallenin yerine karikatür de olsa çocuklar için bir sosyal alanın inşa edilmesidir. Bir ya da iki pedagog eşliğinde, kolektif oyuncaklarla oynayan çocuklara oyuncaklardan birliktelik isteseniz de istemeseniz de bulaşır. Bunların ötesinde bizim için daha önemli olan, çocukla eve hapsedilen kadının, yine çocukla ilişkili de olsa bir sosyal buluşma yerine kavuşmuş olabileceğidir. Bir sürü kentte, çocuğunu hastaneye götürmek -ve bazen eltisine gitmek!- dışında dışarı çıkamayan kadın için basit yeni bir nedenin ortaya çıkmasıdır bu.
Kısıtlı da olsa bir boş zamanın doğması tabii ki erkek egemenliğini filan yıkmaz ama küçük oyuklara yerleşen birlikte olma duygusu, tahta kurları gibi kemirecektir bu kof hegemonyayı… ‘Oyuncak kütüphaneleri’nin, eleştirel pedagojik bir biçimde örgütlenmesi ve çalışanlarının patronsuz kooperatifler olarak işleyişlerindeki söz ve karar haklarını başka bir zaman konuşmak üzere. Ve ben her zaman hiç de radikal değilim yani sevgili okur ya da tam aksine küçük ya da büyük, feleğin tekerine çomak sokmak keyifli bir şey…