Yaklaşık 2 yıldır ulusal haber kanallarını izlemeyi bıraktım. Ne de olsa internetten habere ulaşmak hem daha hızlı, hem daha az sinir bozucu. Daha önemlisi, internet yayınları hem çeşitlilik arz ediyor, hem daha doğru/sansürsüz bilgi ve yorumlara ulaşmanın tek yolu.
Türkiye’deki haber kanallarını boykot etmemin nedeni, sadece siyasi ve gündelik gelişmeleri çarpık, yanlı, hatta pornografik bir dille vermelerinden kaynaklanmıyor. Öyle bir yalan dünya pompalanıyor ki en sıradan, ya da bilimsel verilere dayanan bir haberde bile saçınızı başınızı yolabiliyorsunuz.
Geçen gün bir mekanda tam da böyle bir yayına maruz kaldım. Bir zamanlar herkes için en saygın haber kaynağı olan, ancak altın günlerinin karikatürü olmaktan bile çıkan NTV açıktı. Dünyadaki türlerin yok oluşuna dair bir haber hazırlanmış. Bilgiler çok önemli ve düşündürücü.
WWF’nin (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Yaşayan Gezegen 2018 Raporu’ndan veriler paylaşılıyor. Fakat NTV, Türkiye’deki neoliberal politikalara, çatışma sürecine, inşaat ve rant çılgınlığına hiç değinmiyor!
Tehdit altındaki tür sayısı 10 yılda dörde katlandı
Dış ses, uyutur gibi bir tonda anlatıyor: “Doğa, biyoçeşitlilik açısından alarm sinyalleri veriyor… Son 44 yılda canlı popülasyonları yüzde 60 azaldı… Küresel düzeyde tehlike altında olan türlerin Türkiye’deki sayısı 2008 yılında 131’ken, bugün yaklaşık 400’e çıktı…”
Gerçekten dehşet verici bu rakamlar ve kaynağı (yani insan) açıklanırken Şenzen gibi dünyanın en kalabalık, gökdelenlere teslim olmuş şehirleri gösteriliyor ekranda. Ama ne hikmetse Türkiye’den bir inşaat, maden, mega proje ya da santral görüntüsü yok! Oysa nedeni, al işte, bunlar!
Bunun yerine kimbilir ne zaman çekilmiş büyülü görüntülerde, bugün büyük ihtimalle artık varolmayan bitkiler, hayvanlar bir görünüp kayboluyor. İstanbul’u yiyip bitiren Üçüncü Havalimanı inşaatı, ülkenin her karışının taş ocağı, maden ocağı, yol için kazılması, Dersim ormanlarının yakılması yahut Hasankeyf’in sular altında bırakılması gösterilecek değil ya!
Uzmanlardan görüş alsalar başka bela. Zira hangi gerçek bilim insanına, çevre aktivistine sorsanız size “son yıllarda” yıkımın hızlanmasını AKP iktidarının yanlış politikalarına bağlı olduğunu söyleyecek. Eh, bu zamanda kim buna cesaret eder? Etse, hangi kanal yayınlayacak?
NTV mi? Güldürmeyin beni…
Hiçbir yer ve tür, yıkımdan azade değil
Habere dönelim. Çünkü mesele, pembe tablolar çizerek, sansürleyerek geçiştirilmeyecek kadar ciddi:
Giderek artan tüketim nedeniyle yükselen -daha doğrusu, devlet ve şirket eliyle yükseltilen- enerji, arazi ve su talebi dünyamızı, Antroposen Çağ olarak adlandırılan yeni bir jeolojik çağa sürükledi…
Dünya tarihinde ilk kez tek bir tür, yani insan, gezegen üzerinde bu denli güçlü bir etki yarattı. Bu cümlede fazla kibar anlatılıyor, tercümesi şu: İnsan, gezegenin canına okudu ve artık kendine zarar verecek düzeye getirdi. Bu gidişle gelecek nesilleri çok, ama çok zor günler bekliyor.
Türkiye canlı türleri için cazip bir coğrafya olmaktan hızla uzaklaşıyor… İşe bakın ki bu işler birbirinden bağımsız değil:
Çünkü bu coğrafya, bitkiler ve hayvanlar kadar insanlar için de cazip olmaktan çıkıyor. Sağlıklı, güvenli, doğayla uyumlu ve saygılı bir yaşam kurmanın siyaseten karşılığı yok. Üstelik yıkımdan hiçbir köy, mezra, şehir, su, toprak, dağ azad değil.
Biyolojik çeşitlilikteki azalmayı nelerin tetiklediğine bakalım: Aşırı kullanım ve tarımsal faaliyetler… İstilacı türlerin yaygınlaşması… Plastik kirliliği, aşırı avlanma, tarımsal kirlilik… Barajlar, yangınlar ve madencilik.
İklim değişikliği şimdiden ekosistem, tür ve hatta genetik düzeyde etkili olmaya başladı. Mesela yüzyıl başında Anadolu’da hala görülebilen leopardan iz yok…
Yaşam alanları savaşla, inşaatla ya da madencilikle tarumar eden insanların yanında ne önemi var diyebilirsiniz. Ama hepsi birbiriyle bağlantılı. O leoparın, o kuşun, o çiçeğin varlığı bizim yaşamımızı anlamlı ve mümkün kılan.