Olağandışı olanın tam olarak ne zaman olağan görülmeye başlandığını söylemek çok zor. Aynı şey, ruhsal değişimler için de geçerli. Genel geçer şeyler söylenebilir, ama bunlar, değişimin ancak açık seçik belirtilerinin kendisini göstermeye başladığı ana ilişkin söylenebilecek olanlar. Tam olarak ilgi hangi anda uyanır, ilgisizlik hangi olay ve aşamada kesin olarak yerleşir, bunu eksiksiz hatırlamak başlı başına bir sorun. İnsan yaşamında yaklaşık da olsa kesin bir deneyim yoktur ve insanın yoğunluğunu ancak zor kullanımı sırasında bulduğu söylenir. Ama bu, hem saldıran hem de saldırıya maruz kalan için de aynı şey mi, kuşkulu. Birinde öfke, nefret ve haz; ötekinde korku, dehşet ve acı. Bu ikili süreç, başlangıç ve sonları bakımından farklı deneyimlerin konusu. Yine de olağandışı olanın içinde, tarafları olağan bir kayıtsızlıkta birleştiren bir duyu yitimi anı vardır: Saldıranın haz almadan saldırmaya, maruz kalanın da acı duymadan olanı olduğu gibi karşılamaya ve kabullenmeye başladığı o kesin kayboluş anı.
İnsan bunalımlarının doruğu, ama kayıtsızlık diyorlar. İnsan ilgisizliğinin dibi, ama dikkat keskinliğine sayılıyor. Kapılıp gittiğiniz mucizevi bir büyü savaş. Şaşırırsın, sürüklenir, tutulur, kendinden geçer ve durulursun. Anormal olan, normal bir hal almaya başlar. Çarpışanlar için de böyle mi? Belki de. Bütün biçimleri denendikten sonra, ölümün şaşırtıcı olmaktan çıkması yine de şaşırtıcı. Denendiği halde yaklaşık olsa da kesin bir deneyim olan yıkım, acı ve ölümün, kesin bir deneyimden sayılmaması da öyle. Bir yoğunluk anı vardır ve bunun tam bir kesinlikten uzak olması ayrıca garipsenebilir bir durum. Başımızı döndürenin, gülüp geçtiğimiz bir şeye dönüşmesi. Bütün bu değişimlerin tam olarak ne zaman başladığını söyleyememenin güçlülüğü, bütün bunların tam olarak ne zaman başladığının kesin olarak söylenebilir olduğunu bilmenin gülünçlüğünden. Kesin olarak bilemediğinin, kesin olarak bildiğinin bir sonucu olarak belirmesi.
Bir kendini yakma anının görüntüsü. Altmışlardan kalma. Budist rahip Thic Quang Duc. Bir tören havasında. Diğer rahipler ve öğrencilerinin oluşturduğu bir çember ortasında. Öğrencilerinden biri herhalde, benzini döküyor ve kibriti çakıyor. Alevler içinde yanarken Buda oturuşu hiç bozulmuyor. Ne kıpırdıyor, ne tek bir ses çıkardığı duyuluyor. Son anına dek kahramanca. İzleyenlerin hiçbiri kayıtsız değil. Ne ona doğru atılmak isteyenler, ne secdeye kapananlar, ne de kalabalığı zapt etmeye çalışanlar. Bilinir, sonrası bir salgın. Diem hükümeti zamanında altı rahip ve bir rahibe; Ky hükümeti zamanında dokuz rahip ve dört rahibe; Van Thieu hükümeti döneminde bir rahip ve yedi rahibe. Ve altmışların sonuna doğru Vietnam, kendini çıra gibi tutuşturan çocuk rahibeler ve rahipler ülkesi. Hepsinin bakışlarında Saygonlu bir öğretmen olan Huyn The Mai adlı kadının sözleri: “Ne deli, ne mutsuzum. Yaşamak çok güzel ve yaşamayı çok seviyorum. Ama yaşamımı ülkem ve inançlarım için feda etme hakkım var…”
Başlangıçta dehşete düşüren giderek seyirlik, sonrasında ise dönüp bakmayı bile gerektirmeyen sıradan bir vakaya dönüşür. Bir rahip ya da rahibenin kendini yaktığına tanık olan tek tük yabancılar sarsılabilir. Ama yerliler yolun kenarında kaldırımda genellikle bir alev sütunu görür. Eh, yine biri kendini yakmıştır! Alev sütunun içinde bir rahibe vardır. Bu arada lokantalarda garsonlar sipariş alıp servis yetiştiriyor, yakınlarda geçmekte olan bir düğün alayından şen bir müzik yükseliyordur. Hayat tökezlemiyor, trafik hiç aksamıyordur. Yananın karşısında durup dalga geçen birkaç kişi, daha geride iç çeken bir iki kadın, tezgâhının ardından olayı tepkisiz izleyen üç beş işyeri sahibi. Gördüğü anda yüzü buruşan ya da hiç görmeden geçip giden yayalar… Olağan dışı olan, olağan bir hal almıştır. Dehşet duygusundan bu mutlak ilgisizliğe kesin olarak ne zaman geçilmiş, bir hatırlayan çıkmamaktadır.
Aynı Grotesk dehşetli hikâye. Neyse ki, bizimkinde duyu yitimi anı belirsizliğini korusa da ilginin uyanacağı an kesin olarak öngörülebilir: Düşen başlar, saymakla sabahları bulduğumuz oylarımızı aştığında. “Zafer” de, geçmişin bütün kırılma anları da o an birbiri ardına kendiliğinden aydınlanıverir.