Oya Baydar, İçişleri Bakanı Soylu’nun Ahmet Türk’e yönelik, saygısız, aşağılayıcı sataşmasına karşı müthiş bir yazı yazdı.
Şöyle düşündüm: Acaba şu anda yurtdışında değil de, Türkiye’de olsaydım, Oya’nın gösterdiği entellektüel cesareti gösterebilir miydim? Kendi içimdeki muhasebem “biraz zor” şeklinde sonuçlandı.
Oya Baydar bir kadın. Sosyolog. Politik aktivist. Barışçı.
Aynı zamanda roman yazarı. “Allah Çocukları Unuttu” isimli ilk romanını Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi son sınıfında yazmıştı. Sanırım yıllardan 1960’tı. Neredeyse okuldan atılıyordu. Ardından 1968’de “Türkiye İşçi Sınıfının Tarihi” adlı doktora tezini yazdı. Bu defa okuldan atıldı. Devam etti. Hapse girdi. Sürgünde yaşadı. Yeniden Türkiye’ye geldi ve lise son sınıfta kaldığı yerden, yaklaşık kırk yıl sonra başladı:
Romanlar yazdı: Kedi Mektupları, Hiçbiryere Dönüş, Sıcak Külleri Kaldı, Erguvan Kapısı, Kayıp Söz, Çöplüğün Generali, Savaş Çağı Umut Çağı, O Muhteşem Hayatımız…
Elveda Alyoşa… Hepsi 1992 ile 2012 arasında yazıldı. Eğer Türk milleti böyle olmayıp da Fransız milleti gibi bir şey olsaydı, Oya Baydar Türkiye’nin Jean Paul Sartre’ı diyeceğim ama o erkek olduğu için öyle demek yerine, Simone de Beauvoir’ı olurdu diyeceğim. Tam böyle diyeceğim anda, dilimin ucuna Orhan Pamuk geliyor. Nerede o?
Nobel öncesinde bizlerle bombalanan Özgür Gündem’i İstiklal Caddesi’nde dağıtmıştı. Nobel sonrasında onu artık gören yok. Leyla Güvenler ölüm eşiğinde, Nobel ödüllü yazarın “sorumluluğu” çoktan ölmüş. Edebiyat eserleri yazarlarının hayatından, şahsiyetinden, serüvenlerinden ayrı olarak ele alınabilir mi?
Aklıma rastgele geliyor: Açlık romanının yazarı Knut Hamsun’un Hitler’in önünde eğilmesi onun sanatını lekelemedi mi?
Şu Necip Fazıl’ı yazdığı nihilist ama mükemmel şiirleriyle bir karşılaştırın: Mideniz bulanır, berbat bir siyasi kişiliği vardır. Onun şiiri lağımda açmış bir güle benzer; seyri güzeldir, koklamaya gelmez. Edebi estetik faşizmle, diktatörlükle, hele faşist ve diktatör karşısında korkaklıkla, siniklikle, yerlere kapanmakla bağdaşmaz. Edebi, sanatsal estetik, varolanın çirkinliğine baş kaldırıdır.
Sanatı başkaldırmış, sahibi baş eğmiş olunca, bu ağır çelişki yaratılan esere öldürücü zararlar verir. Sanatçı, şair, roman yazarı eseriyle tutarlı olduğu zaman, ortaya romanın, şiirin, resim ve heykelin kendisiyle onu yaratanın öznel uyumu, yani sosyo-estetik bir sentez çıkar.
Oya Baydar sentezdir. O halde onun yazısından uzunca bir alıntıyı birlikte okuyalım: “Bu ülkede bir İçişleri Bakanı var. Ağzını açtığı anda, Anayasa’dan ceza yasalarına, ahlakî-vicdanî-insanî değerlerden siyasal etiğe kadar, her şeyi ayakları altında çiğneyen bir zat. Kişi olarak hiç önemi yok, sadece ruh sağlığından kuşkuya düşüp kendisine acıyabiliriz; ama bu adam İçişleri Bakanı, bu adam devâsâ bir asayiş ağının başında bulunuyor, ‘devletin şiddet aparatına’ hükmediyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil güvenlik, nüfus ve vatandaşlık işleri, pasaport, sürücü ehliyeti, kimlik kartı, hepsi ona bağlı. O hepimizin varlığı ve kaderiyle oynayabilecek güçte. Ve bu adam her ağzını açışta, köyü köpeksiz bulmanın pervasızlığıyla suç işliyor. Ben, siz, birileri, yani sâde vatandaşlar söyleyip yazsak mahkemelerde sürünüp hapishanelerde çile dolduracağımız hakaretleri, tehditleri, çarpıtmaları, uydurmaları ‘siyasî hasım’ saydığı kişiler, örgütler, partiler için kullanmaktan çekinmiyor. Saray’dan mı, ağır derin devletten mi geldiğini bilemeyeceğim bir güçle etrafa saldırıyor.
Son saldırısı, HDP Mardin Belediye Başkan adayı Ahmet Türk’eydi. O Ahmet Türk ki, bu ülkenin ve Kürt halkının son 75 yılının acılarla dolu tarihinin en önemli tanıklarından, mağdurlarından ve kahramanlarındandır. Defalarca ve de son defa Diyarbakır zindanlarında yıllarca kalıp en ağır işkencelerden geçtiğinde bile bu ülkeden ve ortak yaşamdan umudunu kesmemiş olan; her koşulda terörün, şiddetin, savaşın karşısında durmuş, çektiklerine ve halkına çektirilenlere rağmen nefret duygusu ve söylemine kapılmamış insan gibi insandır.
Duruşuyla, sözüyle, yaşamıyla, siyasal çizgisiyle Cumhuriyet’in en saygın yurttaşlarından ve siyasetçilerindendir. Onun, ne benim ne başkasının övgüsüne, güzellemesine ihtiyacı yok, biliyorum. Ama onun gibilerin tırnağının ucu bile olamayacakların saldırgan pervasızlıkları karşısında susmayı da kendi ahlâkıma, vicdanıma yediremiyorum.” Siz yedirebiliyor musunuz?