28 Mayıs’ta yapılacak seçim, cumhurbaşkanını belirlemenin ötesinde “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında getirilen otokratik rejimin halk tarafından onaylanıp onaylanmadığını gösterecek, iki seçenekli bir referandumdur.
Sandığa gitmeyenler ve sandıkta mevcut cumhurbaşkanını tercih edenler; OHAL koşullarında son derece şaibeli bir referandumla (16 Nisan 2017) halka dayatılan otokratik rejimi ve bu rejimin hukuksuzluklarını, yolsuzluklarını, doğa talanını, ekonomiyi çökerterek halkı açlığa sürükleyen, pandemide ve depremde iktidarın bekası korunsun diye onbinlerce yurttaşın ölümüne neden olan uygulamalarını onaylamış olacaktır. Öte yandan 14 Mayıs seçimlerinde meclis çoğunluğunu elde eden bağnaz, ırkçı ittifakın ülkeyi hızla Ortaçağ karanlığına götürmesi de yine 28 Mayıs’ta sandığa gitmeyenler ve mevcut rejimi sürdürmeyi tercih edenlerce kabullenilecektir.
Tüm bunları onaylamak, kabullenmek istemeyen; hukukun esas alındığı, demokratik, özgür bir ülkede barış içinde yaşamak isteyenler ise sandığa gidecek ve diğer seçeneği yani Kemal Kılıçdaroğlu’nu tercih edecektir. Kılıçdaroğlu’na oy vermek onu, partisini, Millet İttifakı’nı ve seçim sürecinde yapılan başka birtakım ittifakları benimsemek anlamına gelmez. Zira iki seçeneğin yer aldığı oy pusulasında kimin tercih edildiğinden çok “kimin tercih edilmediği” önemlidir ki o da ülkeyi cehenneme çeviren AKP/Saray iktidarıdır.
* * *
Mevcut yasaların dışına çıkarak otokratik bir rejim inşa etmeye ya da inşa ettiği otokratik rejimi meşrulaştırmaya çalışan iktidarlar, yarattıkları baskı ortamında kurulan sandıklarda kendilerini ve mimarı oldukları otokrasiyi halka onaylatmak ister. Böylece demokrasi ve özgürlüklerin halkın seçim sandığına yansıyan “iradesiyle” ortadan kaldırıldığı algısı yaratılarak, iktidar sahiplerinin halkın üzerinde oluşturduğu tahakkümün meşrulaştırılması amaçlanır.
Türkiye’nin yakın tarihinde bunun örnekleri mevcuttur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz 12 Eylül cunta rejiminin hazırladığı 82 Anayasası için yapılan referandumdur. Türkiye’de totaliter bir yönetim biçimi oluşturmayı amaçlayan 82 Anayasası, cuntanın baskısı altında yapılan referandumda yüzde 91.37 gibi gerçek olamayacak bir kabulle onaylanmıştır ve 40 yılı aşkın süredir yürürlüktedir.
6 Eylül 1987 tarihinde 82 Anayasası’nda geçici bir madde ile düzenlenen siyasi yasaklar için referandum sandığı yeniden kurulmuştur. Bu referandumla cunta rejiminin demokrasinin, özgürlüklerin önüne kurduğu barikatı ve bu barikat sayesinde cuntanın siyasi uzantısı olan ANAP’ın uyguladığı neoliberal politikaları halka onaylatarak meşrulaştırılması istenmiştir. Bu referandumda cuntacıların planı tutmamış, halk cuntayı onaylamamıştır. Tercihini demokrasiyi, özgürlükleri geri kazanmak yönünde kullanan halkın yüzde 50.16’sının oyuyla siyasi yasaklar kalkmıştır. Cunta rejiminin onay alamamasının ardından aynı yıl Kasım ayında yapılan genel seçimlerde ANAP önemli ölçüde oy kaybetmiş; 1989 yerel seçimlerinde büyük bir yenilgiye uğramış; 1992 genel seçimlerinde ise iktidardan tamamen uzaklaşmıştır. Öte yandan darbeyle sindirilen toplumsal muhalefet hareketlenmiş, işçi hareketleri bu dönemde yükselişe geçmiş ve 1989 Bahar Eylemleri’ne giden sürecin önü açılmıştır.
12 Eylül 2010 referandumu yedi yıldır iktidarda bulunan AKP’nin, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmesinin ardından “parti devleti” haline gelme sürecinde önemli bir adım olan yargının yürütmeye bağımlı hale getirilmesinin halka onaylatılması olarak değerlendirebilir. Referandumdan istediği sonucu alan AKP iktidarı hukuktan hızla uzaklaşarak otoriterleşmeye ve devletin tüm kurumlarını tahakkümü altına almaya başlamıştır.
Yukarıda da söz edildiği gibi OHAL koşullarında gerçekleştirilen ve seçim işlemlerinin son derece şaibeli olduğu 16 Nisan 2017 referandumunda ise 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’le birlikte yasama organı olan parlamentonun işlevsiz hale getirilerek fiilen yaratılan “otokratik rejim”in kalıcı hale getirilmesi amaçlanmıştır. Yargının ardından yasama organının da yürütmenin eline geçtiği bu referandum sonrasında egemen olan “tek adamın ağzından çıkanın yasa kabul edildiği” rejimde çürümüşlük devletin bütün kurumlarına sirayet etmiş ve ekonomik, siyasi ve toplumsal çöküşün bir arada yaşandığı bugünlere gelinmiştir.
Demokrasi ve özgürlükler -sadece- sandıkta kazanılmamakta ancak sandık aracılığıyla kaybettirilebilmektedir. 28 Mayıs, AKP/Saray otokrasisini meşrulaştırıp demokratik cumhuriyet umudundan tamamen uzaklaşmamak, ülkenin Ortaçağ karanlığına gömülmesini engellemek için belki de son fırsattır. Bu fırsat iyi değerlendirilmeli; mutlaka sandığa gidilerek, tercih barıştan, özgürlükten, doğadan, emekten yana kullanılmalıdır. 6 Eylül 1987 referandumunda cuntaya nasıl karşı durulmuşsa 28 Mayıs’ta “tek adam rejimi”ne karşı durmak da elimizdedir.