M. Ferhat Çelik/Diyarbakır
Türkiye yakın tarihin en kritik seçimlerinden birinin daha sonuçlarını beklemeye başladı. Yaklaşık bir buçuk ay süren propaganda faaliyetleri oldukça sert bir ortamda geçti. Yerel seçimlere ‘beka meselesi’ gözüyle bakan AKP-MHP ittifakı, her türlü manipülasyonu yapıp, devletin tüm imkanlarını seferber etti. Muhalefet ise kısıtlı imkanlara rağmen oldukça iddialı. Seçimin kilit partisi HDP’nin özellikle batıda yaratacağı etki de 31 Mart’ta yakından izlenecek konuların başında geliyor. Son dönemeçte HDP’nin önceki dönem eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, mevcut Eşbaşkanı Sezai Temelli’nin röportajlarını yayınladık. Röportaj serimizin son bölümünü ise Eşbaşkan Pervin Buldan ile gerçekleştirdik. Aynı zamanda İmralı Heyeti’nde yer alan Buldan ile PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle devam eden ve cezaevlerinde 4 tutuklunun yaşamına son vermesiyle kritik bir dönemece giren açlık grevlerini de konuştuk. Diyarbakır’da olağanüstü toplanan Merkez Yürütme Kurulu toplantısının hemen ardından görüştüğümüz Buldan, önemli mesajlar verdi.
Seçime birkaç gün kalmasına rağmen AKP-MHP halen partinize vurarak oy devşirmeye çalışıyor. Birkaç gündür de MİT kaynaklı haberler servis edilerek algı yaratılmak isteniyor. Tüm bunlar neye işaret?
Bu kaybettiklerinin bir göstergesidir. HDP’ye bu kadar saldırı ancak bununla ifade edilebilir. Bir kere kayyumlar kaybetti. Gittiğimiz her yerde insanların iradeleriyle seçtikleri eşbaşkanların tutuklu olması, belediyelerin gasp edilip borç batağına saplanması, kayyumların giderayak yangından mal kaçırırcasına belediye mallarını çalmasına büyük bir öfkesi var. Tüm bu öfkenin sandıklara oy olarak yansıyacağını düşünüyoruz. Kayyum politikası ve anlayışı şiddetli bir biçimde reddediliyor. Kayyum anlayışı çökmüştür. Dolayısıyla 31 Mart’ta başta kayyumlar olmak üzere bu politikaların son bulması ve insanların kendi kendini yönetebileceğine büyük bir umut olduğunu gözlemledim.
Kayyum atanan belediyeleri yeniden kazanacağınıza kesin gözüyle bakılıyor. Ancak bir de işin batıdaki seçim bölgeleri boyutu var. Sanırım AKP-MHP’nin öfkesinin en büyük nedeni bazı yerlerde aday çıkarmamanız oldu.
Evet asıl mesele de burada başlıyor zaten. Batıda bizim hayata geçirdiğimiz taktik AKP-MHP ittifakının kimyasını büyük oranda bozdu. Buralarda da kaybettiklerini gördüler. Bunun üzerinden HDP’ye yükleniyorlar. Örneğin Ankara ve İstanbul açısından ifade edelim. Biz buralarda aday çıkarmamanın AKP-MHP ittifakına kaybettirdiğini şu an daha iyi anlıyoruz.
Buralarda aday çıkarmama kararı verirken kaygılarınız var mıydı?
Elbette kimi çekinceler vardı. Artı ve eksilerini düşündük. Yerellerden gelen talepler içinde bazı yerlerde aday çıkarmama yönünde yoğun çağrı oldu. Buralarda demokrasi güçlerini desteklememiz istendi. Biz de bu beklentiye göre hareket ettik. Bazı yerlerde kilit partiyiz. İstanbul’da bir buçuk milyona yakın oyumuz var. 7 Haziran, 1 Kasım 24 Haziran seçimlerinde aldığımız oy küçümsenemez. Bakmayın AKP-MHP’nin bizi küçümseyip kriminalize ettiğine. Aslında onlar da gücümüzün farkında ve o yüzden saldırıyorlar. Bu yüzden biz 31 Mart’ta demokrasi güçlerini destekleme kararı aldık.
Pazar günü İstanbul’daki AKPMHP ortak mitinginin onur konuğu Mehmet Ağar ve Tansu Çiller oldu. Eşi bu iki ismin etkin olduğu bir dönemde faili meçhule kurban gitmiş birisi olarak neler hissetiniz?
Erdoğan bu fotoğrafla ne mesaj vermek istemiş olabilir? Aslında Erdoğan 24 Haziran’da yine Yenikapı’da aynı fotoğrafı verdi. Her ikisini mitingine davet etmişti. Pazar günü bizim İstanbul Newrozu’muzun olduğu saatlerde bir tarafta insanlar barışı haykırırken hemen birkaç kilometre ötemizde bu ülkenin geçmişinde karanlık günlerin altında imzası olan, faili meçhul, köy yakmalar ve işkencelerin birebir sorumlusu olan insanların iktidarın mitinginde onur konuğu yapılması elbette ki bir mesaj anlamına gelir. Aslında kurulan ittifak sadece Cumhur İttifakı değildir, kurulan ittifakın içinde Susurluk İttifakı ve Beyaz Toros İttifakı da vardır. Böyle bir zihniyet Türkiye’nin geleceği açısından çok bir şey vaat etmiyor. Geçmişe özenen bir anlayış olduğunu ortaya koyuyor. Bu yüzden Yenikapı’da verilen mesaj bizler açısından son derece ürkütücüdür.
Peki AKP, hem vicdanlarda mahkum olmuş hem de siyaseten bitmiş bu isimlerden neden medet umar hale geldi?
AKP’nin artık topluma vaat edeceği bir şey de argüman da kalmamıştır. Ülkeyi her anlamda batıran bir siyasetten bahsediyoruz. Ekonomik kriz, toplumsal kutuplaşmalar, siyasi, kültürel ve sosyal alanlarda büyük bir çıkmazın içindeler. Ve sarılacağı kendisine güç olarak gördüğü bir iki isim üzerinden bu süreci götürmeye çalışıyor. Bir buçuk aydır Erdoğan’ın mitinglerinde söyledikleri bir iki cümleyi geçmiyor. Ağzından bu ülkede yaşayan herkesi kucaklayan bir söz çıkmıyor. Kin ve nefretin, kutuplaştırmanın hakim olduğu bir dönem ve tüm bunlar Erdoğan üzerinden gidiyor. Sadece Erdoğan’ın yaptığı bir seçim çalışması görüyoruz. Cumhurbaşkanı olarak taraflı bir şekilde toplumu kutuplaştırıyor. Toplumun yarısına terörist diyen, dinsiz, imansız diyen, dini siyasetin aracı haline getiren, seçim çalışmalarının bir kısmını camilerde yapan bir seçim çalışmasıyla karşı karşıyayız. Ama toplum bunun farkında. Ben özellikle belirtmek isterim HDP bu seçimde bir oy patlaması yapacak. Buna inanıyorum gerçekten. Hem meydanların havası bunu hissettiriyor hem de elimize gelen anket sonuçlarından bunu net biçimde görüyoruz. İnsanların sessiz olmasına bakmayın. İnsanlar yaşatılanların hesabını oylarıyla soracaklar.
Erdoğan ve kurmaylarının ‘HDP dinsiz imansızdır’ şeklindeki sözleri tabanınızda nasıl yankı buldu?
Özellikle dini çok yoğun yaşayan yerler var. Erzurum, Bitlis, Bingöl gibi yerlerde dinin siyasete alet edilmesi, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede böylesi bir hakarette bulunması büyük bir öfkeyle karşılandı.
Uzun yıllardır yerel yönetimler konusunda büyük bir deneyiminiz var. Geçmişe dönüp baktığınızda özeleştiri verdiğiniz konular var mı?
Bundan sonrası için planlarınız nedir? Mutlaka eksiliklerimiz, halka verdiğimiz sözleri tutamadığımız dönemler olmuştur. Ancak belediyelerimize atanan kayyumlar, hakların gasp edilmesi farklı bir konudur. Hiçbir eşbaşkanımız usulsüzlükten görevden alınıp, tutuklanmadı. Tüm bunlar bize şunu gösteriyor son dönemde bu tutuklamalar olmasaydı çok iyi hizmetler yapılacaktı. Çünkü eşbaşkanlarımız sadece 2 yıldır görevdeydi. AKP’nin belediyelerimizin halkla birlikte yaptığı çalışmaları hazmedemeyen anlayışını da göz önünde bulundurmalıyız. Birçok belediyemizin proje ve bütçeleri hazırlanmasına rağmen kayyumlarla bunlar bertaraf edildi.
Peki kayyumları gönderdikten sonra yaratılan tahribatı nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
Öncelikle halkın acil taleplerini çıkaracağız. Bunların fizibilitesi yapılacak. Fakat büyük bir borç batağını alacağımız için işimiz kolay da olmayacak. Ancak bu enkaza rağmen bu görevleri yapmak boynumuzun borcudur. Bu konuda halkımız müsterih olsun. Kayyumların usulsüzlüklerini kesinlikle yargıya taşıyacağız. Bu işin peşini bırakmayız. Kayyumların tahribatlarını açığa çıkardıktan sonra halka bunların teşhirini yapacağız. Örneğin Diyarbakır’ın bir ilçesinde seçime 1 hafta kala belediyenin önüne iki TIR gidiyor ve bu TIR’a belediyenin eşyaları dolduruluyor. Adeta yangından mal kaçırıyorlar. Nasıl olsa kaybediyoruz anlayışı üzerinden belediyenin taşınmaz mallarını dahi alıp götürüyorlar.
Tecride karşı dayanışma gösterilmeli
Cezaevleri adeta barut fıçısına dönmüş durumda. Ölümlerin yaşanması birçok kesimde derin endişelere yol açtı. MYK’de bu durumu nasıl ele aldınız?
Burada elbette ki yaşanan ölümler üzerinden devletin sorumsuzluğunu ifade etmek önemlidir. Tecride sessiz kalıp, talepleri dikkate almamak farklı yollara başvuran insanların konuyu gündemleştirmek için arayışlara yönelmesine neden oldu. Bedenini açlık grevine yatıran arkadaşlarımızın temel talebi insan yaşamını esas almaktır. Bu arkadaşlarımızın yaşamına son vermek değil daha fazla yaşamak ve bu yaşamla birlikte mücadele ederek tecridi kaldırmak üzerine eylemsellik içinde bulunması üzerine değerlendirme yaptık. Leyla Güven’in 139 gün önce (bugün itibariyle 143. gün) başlattığı ve dalga dalga yayılan açlık grevlerinin talebi son derece insani ve hukukidir. Sayın Öcalan’ın aile ve avukatlarıyla görüştürülmesi talebine başta Adalet Bakanlığı olmak üzere hükümetin duyarsızlığı var. Geldiğimiz aşamadan da bu her iki mekanizmanın büyük sorumluluğu bulunuyor.
Sizin Adalet Bakanlığı ile herhangi bir temasınız oldu mu?
Zaman zaman yasalarını uygulamaları yönünde çağrılar yapıyoruz. Yine farklı yollarla da bu mesajı iletip tecridin kaldırılması gerektiğini ifade ediyoruz. Fakat karşımızda bir ketumluk var. Herhangi bir cevap verilmiyor sadece dinlemekle yetinilen bir yaklaşım var. Siyasi konjonktür ve seçimlerle alakalı böyle bir tutum sergiliyorlar. Ancak seçimleri dahi beklemeden her geçen saniyenin aleyhte işlediğini göz önünde bulundurup taleplerin kabul edilmesi acil bir gerekliliktir.
Peki sizin cezaevlerine ziyaretlerde bulunma gibi bir girişiminiz var mı?
Vekiller olarak açlık grevi eylemcileriyle görüştürülmemize izin verilmiyor. Ancak hukuk komisyonumuz avukatlar aracılığıyla tutuklularla görüşebiliyor. Bundan sonraki süreçte de daha sık temas kurulacak. Bugünkü MYK toplantımızda da açlık grevi eylemcilerinin sesine ses katmak, dayanışmak için tüm kurum ve kuruluşlara, aydın, yazar ve sanatçılara çağrı yaptık. Ölümlere sessiz kalmayıp dayanışma içinde olmalarını talep ettik.
Geçmiş yıllara oranla bu çevrelerin de çekingen yaklaştığını düşünüyor musunuz?
Şimdiye kadar bu konuda söz söyleyen çevreleri dışında tutarak ve desteklerine kıymet vererek söylemem gerekirse maalesef böyle bir durum söz konusu. Bu duyarlılığın artması gerekiyor. Aydın ve yazarların, demokratik çevre ve STK’lerin bizimle dayanışma içinde olmalarının önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bir oy her şeyi değiştirir
Siz özellikle batıda yaşayıp kararsız, çekingen veya isteksiz olan seçmeninize son bir çağrı olarak ne söylemek istersiniz?
Hem müşahit olma hem sandıklara sahip çıkma hem de oy kullanma konusunda çağrımız nettir. Bir oy her şeyi değiştirir, bir oy çok şeyi değiştirir. Geleceğimize dair büyük katkılar sunar. Benim oyumla bir şey değişmez anlayışına asla düşmemeleri gerekiyor. O yüzden oyu nerede olursa olsun seçim bölgelerine gitmeleri son derece önemlidir. Adayımızın olduğu yerlerde HDP’ye, olmadığı yerlerde de demokrasi güçlerine destek vermelerini istiyoruz.