Yıl sonu yaklaşırken, Türkiye’de ücretli çalışanların önemli kısmının gelirini belirleyen ve bu nedenle ortalama ücret haline gelen “asgari ücret”in ne kadar olacağına yönelik tartışmalar yeniden canlandı. Geçtiğimiz senelerde -göstermelik de olsa- Asgari Ücret Tespit Komisyonu adıyla kurulan -sözde- pazarlık masasında belirlenmesi beklenen yeni asgari ücret, bu yıl IMF’nin “Yüksek asgari ücret zammından kaçının!” direktifi ve “hedeflenen enflasyon” olarak ortaya atılan bir oran etrafında tartışılıyor.
2023 seçimleri sonrasında uygulamaya konan ve özü itibariyle IMF gibi kapitalist kurumların belirlediği çerçeveyi yansıtan ekonomik program, bir taraftan yüksek enflasyonun nedeni olarak gördüğü için diğer taraftan ise Türkiye’ye yatırım çekmek için, ücretleri olabildiğince baskı altına almayı amaçlıyor. Bu nedenle 2024 yılının ikinci yarısında beklenen asgari ücret artışı yapılmadı ve yükselen enflasyon karşısında zaten açlık sınırı sevisinde bulunan asgari ücretin satın alma gücü daha da azaldı. Önümüzdeki yıl da reel ücretleri düşürmeyi amaçlayan ekonomi yönetimi, IMF’nin -yukarıda aktardığımız- direktifine de uyarak asgari ücreti, 2025 için beklenen enflasyon oranında arttırmayı planlıyor. Geçtiğimiz günlerde basına da yansıdığı üzere, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı, ABD’de yatırımcılara, asgari ücrete yapılacak artışın hükümetin 2025 için beklenen enflasyon oranı olan yüzde 25 düzeyinde olacağını açıkladı. Bunun üzerine genellikle Aralık ayına doğru alevlenen asgari ücrete ilişkin tartışmalar bu yıl daha erken başlamış oldu.
İşveren tarafı, tahmin edileceği gibi IMF’nin direktifini ve TCMB Başkanı’nın telaffuz ettiği asgari ücrete yüzde 25 artış oranını büyük bir memnuniyetle karşıladı. Zira bu oran asgari ücret olarak kabul edildiğinde işçilerin geçen yıldan kalan enflasyon farkı işverenlerin cebine kalacağı gibi, 2025’te gerçekleşecek enflasyon artışı yüzde 25’in üzerinde olacak ve işçinin reel ücretindeki düşüş, işverenlerin emeği sömürü oranıyla birlikte kârını da arttıracak.
Emekçilerin geçmiş yılın enflasyonundan kaynaklanan kayıplarını bile telafi edemeyen ve işçinin daha eline geçmeden açlık sınırının çok altında kalacağı belli olan asgari ücret artışına karşı, işçi konfederasyonlarından henüz bir tepki gelmedi. Sadece birkaç sendikanın genel merkezi ya da şube yönetimi asgari ücretin belirleme yöntemine ve telaffuz edilen artış oranının düşük olmasına tepki gösteren açıklamalarda bulundu. Siyasi partiler içinde de sol ve sosyalist partilerin yanı sıra CHP, Gelecek Partisi, HüdaPar ve BBP yaptıkları açıklamalarla asgari ücretin “hedef enflasyona göre belirlenmesi”ni eleştirdi.
Öte yandan birçoğu halen üniversitede akademik çalışmalar yürüten 126 iktisatçı, imzaladıkları “Asgari ücret artışlarında hedef değil, gerçekleşen enflasyon oranı dikkate alınmalı!” başlıklı bildiri ile, asgari ücretin belirlenme yöntemini eleştirenler arasına katıldı.
Bu noktada şunu belirtmek isterim: 2016’da darbe girişimi bahanesiyle kurulan OHAL düzeninde KHK’larla akademiye yönelik olarak Cumhuriyet tarihinin en büyük tasfiyesi yapıldı. O zamandan bu yana akademiden ülke meseleleri ve toplumsal sorunlara ilişkin muhalif bir ses çıkmadı. 126 iktisatçının bildirisi yanılmıyorsam, 8 yılı aşkın süredir akademiden çıkan ilk toplu ses oldu. İçerisinde hocalarım ve arkadaşlarımın da imzacısı olduğu bu bildirinin, “akademi üzerindeki ölü toprağının kalkması” umudunu verdiği için -içeriğinden bağımsız olarak- memnuniyet verici olduğunu söylemeliyim.
Kaldığımız yerden devam edersek, zaten adaletsiz olan asgari ücret belirleme yönteminin reel ücretleri daha da eritecek ve emekçilerin yoksullaşmasını, yoksunlaşmasını çok daha arttıracak bir biçime dönüşmesine yönelik tepkiler, hangi çevreden gelirse gelsin anlamlıdır. Ancak reel ücretlerin emekçileri açlıkla karşı karşıya bırakacak kadar düşmesi, emekçilerin içinde bulunduğu durumun nedeni değil sonucudur.
Asgari ücretin emekçilerin emeğinin karşılığı olması ve insanca yaşayacakları bir seviyeye ulaşması için asgari ücretin hedef enflasyona göre mi yoksa gerçekleşen enflasyona göre mi belirleneceğinden önce, bizi bu tartışmaya götüren ekonomik programın esasını sorgulamak gerekir! Bu sorgulamaya da “nüfusunun neredeyse üçte ikisi ücret gelirleriyle geçinen bir toplumda küçük bir azınlığın çıkarları için milyonlarca emekçinin açlığa, yoksulluğa terkedilmesine neden olan politikaların nasıl uygulanabildiği”nden başlanması, yerinde olur.
Eğer bir sorun, toplumun bir kesiminin diğer bir kesimi tarafından yok sayılarak ezilmesini, sömürülmesini içeriyorsa; bu sorun ekonomik de olsa temeli mutlaka demokrasiyle, özgürlüklerle ilişkilidir. Zira demokrasinin işler olduğu toplumlarda ancak, bir kesimin diğer bir kesim üzerinde tahakküm kurması söz konusu olamaz. Bu bağlamda asgari ücret artışında dikkate alınması gereken öncelik, enflasyon oranının hedeflenen mi, gerçekleşen mi olduğu değildir. Öncelik, tüm hak ve özgürlükleri sınırlayarak emeğin yarattığı değeri yok sayan, karınlarını doyuracak bir geliri neredeyse lütuf sayacak noktaya getirilen emekçileri tahakküm altına alan sistemi ve bu sisteme hizmet eden otoriter rejimi sorgulamaktır!