Bilinen bir olgudur; Biat kültürü, güce ve güçlüye kayıtsız, koşulsuz bağlı insanlar yetiştirir. Bu insanlar sorgulamaz, başkaldırmaz, itiraz etmez. Sorgulayanları, itiraz edenleri de düşman beller ve cezalandırmaya girişir.
Yeryüzü, tarih boyunca zalimlerle mazlumların mücadelesi kadar işbirliğine de sahne oldu. Korkularının esiri haline gelerek, mensubu oldukları kültüre ihanet eden, böylece insan imgesine uygun olmayan bir çizginin yapısına harç oldular. Zorbaları rableştirme ve güçlerine tapınma ve onlara kul olma, biat etme kültürü bu gelenekten geldi.
Çünkü tarih boyunca yeryüzünde oluşturulan kölelik düzeni, dünya nimetlerine kavuşmayı servet ve iktidar sahiplerine boyun eğmekten geçer hale getirmişti. Rejimler kendi bekaları uğruna ha bire kurban istediler. Aslında mesele itaat ve itiraz kültürüyle ilgiliydi. Çünkü her millet layık olduğu ve bedelini ödeyebildiği hayatı yaşayabilmektedir. Özgürlük ise uğruna bedel ödemeyi göze alabilenler içindir.
***
“Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde, sakın pes etme. Çünkü işte orası “gidişatın” değişeceği yer ve zamandır” der Mevlana. İşte düzen bu gidişatın değişmemesi için yaşamın her alanında ve her anında topluma itaat kültürü aşılanır.
İtaat kültürü ya da biat kültürü dediğimiz olgu, yaşamın her alanında gösterir kendini; İlahi anlamının ötesinde bir otoritenin, saltanatın, hükümetin hatta bir liderin hükümranlığına kadar uzanır.
İtaat otoriter bir yapıya boyun eğme, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getirmeyi içerir. Mutlak itaat şeklini alır ki düşünemeyen, sorgulayamayan, kendi kararlarını alamayan, sadece ezberleri üzerinden düşünen topluluklar yaratır.
Bu konuda yapılan araştırma ve deneylerin en çarpıcı olanı ‘Milgram Deneyi’dir.
Milgram deneyi, insanların erk (otorite) sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram deneyin ulaştığı sonuçları açıklarken şunları söyleyecekti:
“Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.”
Deney için bakılabilir: https://www.youtube.com/watch?v=QDEYkzA6Z3Y
***
Sistemin bu tip insanlar üzerindeki etkileri arasında; Güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, yerleşik değerlerden kopma, kendi gerçeğini kavrayamaması gibi göstergelerle ekonomik, siyasal ve kültürel koşulların etkisi altında kalarak kendi benliğini yitiren insanı tanımlayan “yabancılaşma” olgusu da önemli bir yer tutar.
Farklılıkları tehdit olarak görme yerine birer zenginlik olarak gördüğümüz zaman huzurun da kapısını aralamış olacağız. Oysa tek kimlik ve benzeri tekçiliklerle otoriter, baskıcı bir yapıyı tercih etti bu devlet.
Yıllarca otoritenin yüceltilmesine, hatta kutsallaştırmasına dayalı bir itaat kültürü üretildi. Irk, toplumsal cinsiyet, toplumsal sınıf bağlamında ayırımcı ve dışlayıcı bir söylem, bir retorik geliştirildi. Kutsal bir olguymuş gibi zorunlu ve buyurgan ideoloji olarak sunuldu. Her şey çarkın devamı için, biat kültürü oluşturmak içindi. İtiraz etmeyelim diyeydi.
İnsan yapılan haksızlıklara itiraz etmediği, ses çıkarmadığı müddetçe zulüm bitmez. Haksızlığa sessiz kalmak zaten haksızlığa bir çeşit onay vermektir. İtiraz hakkımızı kullanıyorsak umudumuz var demektir. Ve hani bilinen sözdür; “Korku sizi tutsak eder, umut ise özgür bırakır.”