James Stavradis Pontus kökenli bir Amerikalı Amiral’dir. Amerikan gazetelerinden birinde “tahıl krizine” dair yazdığı bir makalede, Türkiye’nin başını belaya sokacak tehlikeli bir öneride bulundu.
Bilindiği gibi Rusya tahıl sözleşmesinden çekildikten sonra, Ukrayna limanlarına yönelecek her türlü gemiyi askeri gemi sayacağını ve batıracağını açıklamıştı. Stavradis bu açıklamaya karşı “Ukrayna gemilerinin Amerikan bayrağı çekmesini, Amerikan 6. Filosu’nun Boğazlar’dan Karadeniz’e açılarak –artık ABD filosu sayılacak olan- bu gemileri korumasını” önerdi. Önerinin kabul edilip edilmediğini bilmiyor olsak da geçmişte ABD ordusunda çok önemli görevler yapmış olan bir eski Amiral’in böyle bir yazı yazması Pentagon’da benzer “çözümlerin” konuşulduğunu gösterir.
Stavradis bir deniz subayı. O halde Montrö Boğazlar Antlaşması hakkında kesin bilgilere sahip olmalı. Bu antlaşmaya göre Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlere ait savaş gemileri Boğazlar’dan geçip Karadeniz’e açılamaz. Demek ki ABD’de önemli askeri kesimler Montrö Anlaşması’nı delmenin yollarını aramaktadır.
Amerikan donanmasının Karadeniz’e Türkiye’nin izni ile açılması demek, Karadeniz’de bir Rus-Amerikan deniz savaşı demektir ve Türkiye eğer Boğazları Amerikan donanmasına açarsa bunun da anlamı, TC’nin ABD saflarında savaşa sürüklenmesi olacaktır.
O halde gerilere gidip tehlikeyi anlamaya çalışalım:
10 Ağustos 1914 günü, İngiliz gemilerinin kovaladığı, Goeben ve Breslau isimli iki Alman savaş gemisi Osmanlı sularına sığındı. Altı gün sonra Enver Paşa bu iki zırhlıya Yavuz ve Midilli isimlerini vererek Osmanlı bayrağı çekti. Geminin komutanı ve mürettebatı tümüyle Alman’dı. Üstelik Osmanlı Donanma Birinci Komutanı da Alman Koramiral Sauchon’du. Ve bu komutanın emriyle Yavuz, Taşoz ve Samsun muhripleri Sivastopol’u, Midilli kruvazörü Novorosisk’i, Muavenet-i Milliye ve Gayret-i Vataniye muhripleri Odessa limanını 29 Ekim 1914 tarihinde bombaladılar. Osmanlı devleti böylece savaşa girmiş oldu.
Amerikalı Amiral’in planı akla en kötü ihtimali getiriyor; bir an için 6. Filo’ya Türk bayrağı çekildiğini ve Montrö Anlaşması’nın bu yolla delinip, Filo’nun Türk filosu gibi Karadeniz’e açıldığını düşünün. Türk devletinin böyle bir oldu bittiyle yok olacağını da anlamış olursunuz. Filo’ya Türk bayrağı çekilmesi absürd bir ihtimal olsa bile, ABD’nin Üçüncü Dünya Savaşı’nın tırmandığı ortamda, artık NATO’ya teslim şartlarını yerine getiren kriz içindeki Türk devletini Boğazları 6.Filo’ya açması için şiddetle zorlayacağını hesaba katmak gerekir.
Böyle bir ihtimali kim önleyebilir?
Yazımın asıl konusu işte bu sorunun cevabıdır. Türk devletini yönetenler, eğer Rusya iki-üç ticari Ukrayna gemisini askeri gemi sayarak batırdığı gün Amerika’nın Karadeniz’e müdahale talebine direnme gücü bulamaz. ABD bu defa 1 Mart tezkeresinin başına gelen fiyaskoya izin vermemek için gerekli bütün önlemleri alır. Montrö’yu deler ve Karadeniz’e açılır. Ya da Türk donanmasını bu amaçla harekete geçirir.
Böyle bir gelişme sözkonusu olduğunda dünyadaki hiçbir Batılı devlet lideri ve Batılı muhalefet partileri lideri felakete açılan bu gelişmeyi önleyemez. Çünkü tüm devletler Üçüncü Dünya Savaşı’nda aktif ya da dolaylı taraf durumundadır, Batılı tüm muhalif partiler ise böyle bir felaketi önleyecek güce sahip değildir. Bu muvafik ve muhalif Batılı liderleri hatırlamaya çalışın; hiçbirinde savaşa karşı milyonları harekete geçirecek yetenek olmadığını kolayca görürsünüz.
Kürt özgürlük hareketine yabancı olanlara tuhaf gelecek olsa da ben felaketi önleyecek paradigmaya ve örgütlü kitlesel güce sahip olan insanın şu anda İmralı’da esaret ve tecrit altında olduğunu iddia edeceğim.
Eğer Türk devletinde bir nebze olsun sağduyu kaldıysa, İmralı’daki tecride ve esarete son verir. Çünkü bu gerçekleştiği zaman, Türkiye’yi yıkıcı krizlere sürükleyen savaş “bir hafta” içinde sona erer. Savaş sona erdiğinde Kürt halkı henüz çözüme kavuşmasa da, yalnız Türkiye’de değil, bütün Kürdistan parçalarında öyle güçlü bir ulusal birliğe kavuşur ki, “çözümün” barışçıl yollardan gerçekleşmesi kesinleşir. Bu olduğunda ne küresel güçler ne de onların uyduları Türkiye’nin Üçüncü Dünya Savaşı’ndan kurtuluşunu önleyemez.
Ve Avrupa ve dünyadaki Kürt diasporası İmralı kapısı aralanıp da oradan “dünya savaşının tırmanmasını durduralım” çağrısı yapıldığı gün, bütün Batı başkentlerinde milyonluk kitle halinde tüm Batılı barışseverler de “barışa olan inancı” yeniden yükseltir ve hiçbir hükümet bunun karşısında duramaz.
Kendi gücünün bilincinde olan Kürt halkı ve onun dostu Türkler ve her milliyetten barış yanlıları bu sözlerin anlamını kolayca kavrayacaklardır. Onların potansiyelini sınırlayan biricik etken İmralı tecrit işkencesi ve esaret cenderesidir. Diğerleri ise şimdilik de olsa, bu satırların yazarını hayalperest olmakla, daha beterleri de “terör propagandası” yapmakla yaftalayacaktır.
Oysa bu yazı barış için ve özel olarak Türkiye’nin geleceği için yazılmıştır.