“Dersim bana kendisini şöyle tanıttı:
Dersim’de
Tabiat asiydir.
Tarih asiydir
Görenek asiydir.
Dersimlinin vicdanı hurefelerin demir pençeleri içindedir.”
Naşit Hakkı’nın 1931 yılında yazılan “Dersim ve Derebeyleri” adlı kitabından alınan yukarıdaki bölüm devlet aklının Dersim’ in tarihine, coğrafyasına ve kültürüne bakış açısının resmi söylemidir. 1937-38 Dersim Katliamı’nın nasıl olması gerektiği konusunda devletin aynasına yansıyanların görüntüsüdür.
Dersim’in tarihi, doğası ve kültürünün “asi” olarak tanımlanması aslında Dersim’de toplum kırımın temel başlıklarını ifade etmektedir. Bir toplumun kültürü, zamanı ve mekanının yok edilmesi demek toplumun varoluşsal dinamiklerinin yok edilmesi demektir. Varoluş ve özgürlük arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. “Varoluşun durduğu yerde özgürlük durur; özgürlüğün durduğu yer de varoluş durur.” Dersim ‘in anlam dünyası, tarihsel arka planı, zihniyeti, doğası “ötekileştrilmiştir.” Bir toplumun anlam dünyasını oluşturan temel değerleri “ötekileştirmek”, farklılığa tahammül edememek, çeşitliliği tekleştirmek, bunu bir ulus yaratmak için yapmak ırkçılıktır, faşizmdir, hakikat yitimidir.
Cumhuriyet modernitesi ile Osmanlı imparatorluğu arasında üzerinde iktidar kuracakları öznelere yönelik siyaset anlayışında net bir kopuşun olmadığının en somut belgesi Dersim Katliamı’dır. Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyet rejimine devriye eden miraslardan birisi de Dersim raporları ve seferleridir.
İktidar İslamının Osmanlı sarayının resmi ideolojisi olması devletin birliğini bozacak farklı inançların “mülhit, zındık, kafir, katli vacip” olarak tanımlanmasına, tehdit unsuru olarak kayıtlara geçmesine yol açmıştır. Özellikle Yavuz Selim ile başlayan halifeliğin ele geçirilmesi, ardından Kanuni Sultan Süleyman ile başlayan katı iktidar İslamın kurumsallaşması Osmanlı Devleti’nin Kürt ve Alevi olan Dersim’e yönelik baskılara meşru bir kılıf uydurmuştur. 2. Abdülhamit’in Alevi süreklerini “devlet dini” ile bütünleştirme siyasetinin sonucu olarak Alevi köylerine cami yaptırması, köylere “din adamlarının” gönderilmesi, 1980 sonrası “çağdaş, laik, modern” Cumhuriyet rejiminin Dersim’de uyguladığı bir Osmanlı mirasıdır. Abdülhamit’in kendi Kızılbaşlarını yaratma siyasetinin Cumhuriyet dönemindeki uzantısı “Türk- Müslüman Aleviliği” şeklinde uygulanmıştır.
Genelde Alevilere özelde ise Reya Heq Kürt Alevilere yönelik siyaset Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten günümüze çok değişmemiştir. Her iki rejimin farklı etnik yapılara ve inançlara yönelik çözüm yolu; katliam, tekleştirme ve asimilasyon olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e farklı etnik yapılara, inançlara yönelik hazırlanan raporlarda bu tarihi tespiti net olarak görmekteyiz. “Türkiye siyaseti içerisinde kendini farklı düzeyde gösteren hakim millet anlayışı, bir ulus – devlet sapması olarak değil, Osmanlı’dan günümüze kadar çeşitli biçim ve içeriklerle gelen bir sosyo – politik akıl olarak değerlendirilmelidir.” Kısacası Osmanlı’daki Sünni Müslümanlıktan Müslüman Türk’e geçiş süreci inkar, imha, katliam ve eşitsizlik üzerinden devam etmiştir
Yeni kurulan Cumhuriyet rejimi için Dersim sadece etnik yapı olarak değil, inanç olarak da resmi ideolojinin tekçi anlayışına uyumuyordu. Dersim’in inancı etnik yapısından farklı değildi. 1938’e kadar Dersim’deki Reya Heq Alevi inancının dili Dersimlinin anadili idi. Dersim hem inanç bakımından hem de etnik yapı bakımından tekçi anlayışa dayalı ulus yaratma projesine uymuyordu. Bu doku uyumsuzluğunu Fevzi Çakmak’ın jandarma raporlarını esas alarak meclise verdiği ilk Dersim raporunda (1935) “Alevilikten faydalanarak Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalıştıklarını” vurgulamaktadır. Bu rapordan sonra verilen ikinci raporda Türklüğün inşası için “yol haritası” belirtilmektedir. Çözüm önerileri olarak, “evvela koloni gibi dikkate alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, öz Türk hukukuna tabi tutulmalıdır” şeklindedir. Devletin resmi söyleminde Dersim’deki Reya Heq Alevi inancının Kürtlük ile özdeş olduğunun ifadesidir. Bu çözüm önerisini Ebedi Şef 1936 yılın
Ulusun Türkleştirilmesi için etnik, din, inanç ve mezhep farklılıkları görmezden gelinmiş, Reya Heq Alevilerinin merkezi olan Dersim coğrafyası ve inancı bakımından “çiban başı” olarak tanımlanmıştır. Çözüm önerisini Ebedi Şef 1936 yılındaki meclis konuşmasında, “Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş selahiyetler verilmelidir” diyerek dile getirmiştir.
Ordu, bürokrasi, devlet elitleri ve resmi kurumların söylemleri ve katliamdan çok önce hazırlanan raporlar esas alındığında Dersim’de bir isyanın olmadığı kesinleşmektedir.
Farklılıkların eşit ve özgür yurttaş temelinde bir yaşam için Cumhuriyetin kuruluş aşamasında demokrasi adına, kurdukları ittifaklar ve geliştirdikleri ilişkiler, verilen sözler kurucu mecliste ve 1921 Anayasasında ifadesini bulmuştur. 1924 Anayasası ile başlayan tekçi anlayışın “ittifak masasında” bulunanları yok sayması, toplumu dikey olarak bölen hakim millet anlayışı bugüne kadar devam edecek sorunların temelini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetin demokrasi ile bütünleşmesini, herkesin olmasını, verilen sözlerin yerine getirilmesini isteyen haklı taleplere karşı “çıban başı, şaki, iç düşman, bölücü” sıfatları uygun görülmüş ve katliama gerekçe bulunmuştur. Ne pahasına olursa olsun bir ulus yaratılmalıydı. Cumhuriyetin demokrasi ile bütünleşmesini isteyen bütün “ötekiler” hizaya getirilmeliydi. Yeni bir ulusun yaratılması için “her yol mubahtır” anlayışının esas alınması resmi siyaset haline gelmişti.
Cumhuriyetin demokratikleşmesi, verilen sözlerin yerine getirilmesi için yasal zeminde talepkarlıkların gündemleşmesi “gizli açık imha ve eritme yasalarını” devreye koydu. Koçgiri katliamıyla başlayan bu süreç Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn Yasası ile devam etti. 1935 yılında Tunceli Kanunu ile “çıban başının kesilmesi” kanunlaşarak, 1937-1938’de soykırım uygulanmıştır.
14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece 1937’de Elazığ’da adaletsiz bir hukuk uygulanarak Sey Rıza şahsında Reya Heq Kürt Alevi inancının taşıyıcılarına, rıza toplumu değerlerine ikrar verenlere, ahlaki ve politik toplumun bireylerine, tekçi zihniyete karşı farklılığın ikrarlı birliğini ilke edinenlere, Cumhuriyetin demokratikleşmesini isteyenlere; bütün “ötekilere” ibret olsun diye Sey Rıza ve elmaya ikrar verenler, Munzur’a üç taş atanlar, ikrarına daim ve kaim olanlara bir “ders” verilmek istendi.
Sey Rıza’nın hakikati dile getirmesi, verilen sözlerin yerine getirilmesini talep etmesi, Nahak zihniyetin baskısı altında olanların derdine derman olma gayretleri katiline sebeptir.
Dar ağacını Hakkın miracı bilmesi, gayreti, direnci, inancı ve son sözleri davasına ikrar verenlere delîldir.
İkrarına daim ve kaim olan, bu yolda dar ağacını Hakkın miracı bilerek Serdar olanlara aşk olsun.