Geçtiğimiz hafta Adıyaman Adliyesi’nde dört gün, gece yarılarına kadar süren bir yargılama gerçekleşti. Bu yargılama, 6 Şubat Depremlerinde yıkılan ve yetmiş iki kişinin yaşamını kaybettiği İsias Oteli’nin sahipleri ile ilgiliydi, on bir kişi hakkında dava açılmıştı.
Hatırlarsınız, depremin yaşandığı 6 Şubat’ta İsias Otel’de turnuva için Kıbrıs’tan gelen voleybolcu çocuklar, öğretmen ve antrenör ile Türkiye Turist Rehberleri Birliği organizasyonuyla eğitim gezisinde olanlar konaklıyordu. Seksen altı kişinin konakladığı otelde biri çalışan olmak üzere toplam yetmiş iki kişi yaşamını kaybetti. Yaşamını kaybedenlerin yirmi altısı yaşları 11-14 arasında değişen çocuklardı.
Voleybol turnuvası için Kıbrıs’tan gelen çocuklar otelin ön kısmında, çok yataklı odaların bulunduğu katlarda kalıyordu. Bina da deprem sırasında saniyeler içerisinde bu tarafa yıkılmıştı. Enkazdan sadece çocuklarla birlikte gelen dört yetişkin çıkabildi.
Yaşanan kayıplar Kıbrıs için 1974’teki savaştan sonraki en büyük trajedilerden biri oldu. Sadece yakınlarını kaybedenler değil tüm Kıbrıs için büyük bir “ortak yas” başladı.
Yaşamını kaybeden çocuklar “Şampiyon Melekler” olarak anıldı. Tüm adanın katıldığı “Adalete Işık Tut” yürüyüşleri gerçekleştirildi. Çocuklar için tablolar hazırlandı, anıtlar yapıldı.
Kıbrıslı aileler hem hukuk mücadelesi vermek hem de çocukları adına çalışmalar yürütmek amacıyla Şampiyon Melekleri Yaşatma Derneğini kurdu. Dernek davayla ilgili büyük bir adalet kampanyası başlattı ve binlerce insan “İsias Ortak Davamız” demeye başladı.
Kampanyanın da etkisiyle otelin yıkılmasına ilişkin açılan soruşturma görece hızlı sonuçlandı.
Soruşturma kapsamında otel ile ilgili Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin hazırladığı bilirkişi raporunda, betonun kalitesinin bariz bir şekilde düşük olduğu, demir kalınlığının standardın çok altında olduğu zemin etüdü yapılmadığı, dere kumu kullanıldığı ve binanın ruhsatsız bir şekilde genişletildiği belirlendi. Raporda binanın ilk olarak 1991 yılında apartman olarak tasarlandığı ancak ruhsat çıkartılarak otele çevrildiği de vurgulandı. Dokuz kat olarak inşa edilen yapıya 2016 yılında ruhsat alınmadan bir kat daha eklendiğine dikkat çekildi. Binanın zemin raporu, statik hesap ve statik projesinin de bulunmadığı belirtildi.
Soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede Cumhuriyet Başsavcılığı, sanıkların “bilinçli taksirle birden fazla insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan cezalandırılmalarını talep etti.
Dosya kapsamında otelin sahiplerinden Ahmet Bozkurt, Fatih Bozkurt ve Efe Bozkurt tutuklu yargılanıyor. Aynı şekilde sorumlu mühendis ve mimar Erdem Yıldız ile Halil Bağcı tutuklu, şirketin diğer ortakları ve ilgili diğer teknik personel ise tutuksuz.
Yargılamanın 3 Ocak günü gerçekleşen ilk gününde öncelikle sanıkların ifadeleri alındı. Otel sahipleri, -bugüne kadar takip ettiğim neredeyse tüm çocuk yaşam hakkı ihlali davalarında olduğu gibi- suçlamaları kabul etmediler. Aksine oteli “çok sağlam” yaptıklarını, malzemeden kaçmadıklarını, kaçak kat ve kolon kesilmesi gibi iddiaların doğru olmadığını söylediler.
Kendilerine iftira atıldığını, suçun kendilerinde değil “tırtıl gibi ve çok büyük şiddetle gerçekleşen depremde” olduğunu belirttiler. Ve tabii ki -depremin ilk günlerinde medyadan ve kimilerinin konuşmalarından hatırlayacaksınız – “asrın felaketi”nin yaşandığını, bu yüzden kendilerinin suçsuz olduğunu sık sık yinelediler.
Oysa aynı “asrın felaketinde” otelin hemen yanındaki ve karşısındaki binalar yıkılmamıştı, bunu hatırlamak hiç istemediler…
Verilen ifadeler tabii ki bunlarla sınırlı değildi. Üzüntünün ve özrün olmadığı sanıkların savunmaları -sanki- “hepimizin aslında nasıl bir hayata maruz bırakıldığını” anlatıyordu. Verilen ifadelerde sanıkların inkârının yanı sıra kötücül bir cahillik, feodal ilişkilerin baskısına maruz kalma ama öte yandan bundan sonuna kadar yararlanma vardı. Savunmalarda bilimsel olana uzaklık ile bir şey olmazlık; kâr ve para hırsı; ayrıcalıklı olmanın verdiği özgüven, her şeyi yapabilirim ve bana hiçbir şey olmaz duygusu, küstahlığı; sorumsuzluk, acımasızlık ve elbette daha nicesi bulunuyordu. Ama asıl bireysel denebilecek tüm bu hallerin olası toplumsal etkilerini ortadan kaldırabilecekken -aksine- tüm bunların pekişmesine, kurumsallaşmasına ve meşrulaşmasına yol açan sistemin kendisini açıkça görebiliyordunuz. İmar mevzuatından çocuk koruma politikalarına, arama kurtarma mekanizmalarından yapı denetlemeye kadar hiçbir sistemin insan odaklı, yaşam odaklı, hak ve özgürlük odaklı işlemediğini de…
Sonraki günlerde yakınlarını kaybedenler de anlatmaya başladı. Dinlemesi bile çok zorken yaşamasının zorluğu tahmin bile edilemez elbette. Ancak onca acıya, derin kayba karşın yaşamını kaybedenlerin yakınlarının ortak adalet mücadelesi, cezasızlığa karşı güçlü duruşları, ısrarları; Başbakanlarının, bakanlarının davaya müdahil olmak istemesi, davada tanıklık yapmaları; Kıbrıslıların an be an davayı takip edişi, çocuklarını kaybedenlere güç vermeye çalışmaları yani davayı gerçekten “ortak davaları” olarak görmeleri en az 50 bin kişiyi kaybettiğimiz 6 Şubat depremlerin ardından ortak yas bile tutamayan bize, pek çok şey söylüyor…
*Davanın bir sonraki duruşması 26 Nisan 2024 tarihinde, Adıyaman 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde…