Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin üzerinden iki hafta geçti. Dünya hala Amerika’nın neden böyle bir eyleme giriştiğini tartışıyor. Her gün yeni yeni analizler ileri sürülüyor, ihtimaller üzerinde tartışılıyor. Bu olay daha çok tartışılacak ve bu birçok bakımdan yeni bir dönemin ilk adımı olacak. Süleymani, İran için önemliden de öte bir fügürdü. Bu çok sert bir darbe oldu. Böyle sert bir darbe ancak sert bir rakibi geriletmek veya devre dışı bırakmak için göze alınır. İran bölgede Amerika için sert ve güçlü bir rakiptir. İran’ın yayılmacı hedefleri var, en azından 7-8 ülkede hâkimiyet için mücadele ediyor.
Küçük emperyalistler
Sovyetleri Birliği’nin dağılması ile birlikte Ortadoğu’da en az dört ülke bölge çapında hâkimiyet mücadelesi verecek duruma geldi. Söylemeye gerek yok ki SB’nin dağılması ile birlikte, Amerika’nın müttefiki olan bu ülkelerin artık çekinecekleri bir güç kalmamıştı. Ayrıca Batı dünyasının denetimi de zayıflamıştı. İran’da İslam Devrimi ile birlikte, Türkiye’de ise Turgut Özal dönemi ile birlikte bölge çapında yayılma dönemi başladı. Elbette ki bu birden bire ortaya çıkmış bir durum değildi ve bir anda bu ülkeler yayılmacı ülkelere dönüşmediler. Zaman içinde biriken sermaye ve bu iki ülkenin güçlü ordularında ister istemez bir yayılmacılık sevdası başladı. AKP iktidarı ile birlikte bu yayılmacılık sevdası başka bir renge büründü. Özal, geleneksel burjuvazi için pazar yaratmaya çalışırken, AKP kendi sermaye grubu için pazar ve etki alanı mücadelesine girişti.
İran’ın gücü
İran’ın petrolü ve doğalgazı onun rekabet mücadelesinde ABD için tehlikeli bir rakip haline getirdi. İkincisi, çeşitli ülkelere dağılmış Şii gruplar üzerindeki etkisi, onları harekete geçirme kabiliyeti İran için önemli bir güç. İran bu gücü etki alanını genişletmekte kullandı. Hemen hemen her komşu ülkelerin hepsinde Şiilerden oluşan bir milis gücü yarattı. Bu güçle hem ekonomik alanları denetimine aldı, hem de bu güçleri rakiplerini alt etmek için kullandı. Kasım Süleymani’nin bu güçlerin yöneteni olduğunu söylersek, neden öldürüldüğünü de açıklamış oluruz. Bunun bu dönemde yaşanmasının nedeni ise rekabetin kızışması, İran’ın bölgedeki ABD müttefiklerine saldırılarıdır. Elbette bu yıl Amerika’da yapılacak kasım seçimleri için de Trump’ın zaferlere ihtiyacı var. Ancak Amerikan sistemi sadece seçim yatırımı için savaşa veya savaşlara girmeye müsaade etmeyen bir sistemdir. Kimse İran’ın ABD tarafından işgal edilmesini beklemiyor. Ancak bu darbeler, ekonomik yaptırımlar, siber saldırlar, İran’ı üçüncü derecede bir devlet derecesine düşürmeye çalışıyor.
Libya’da ateşkes
Türkiye’nin bölgesel yayılmacılığı, yayılmacılık hevesleri hep Rusya engeline takılıyor. Putin ile yapılan telefon görüşmeleri, bir araya gelmeler, bir şekilde Rusya’nın isteklerini galebe çalması ile sonuçlanıyor. Daha önce Suriye’de böyle olmuştu. Şimdi Libya meselesinde de öyle oldu. Gerçi Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalan, İdlib ve Libya’da ateşkesin sağlanmasını Türk diplomasısının bir başarısı olarak niteledi ama Halife Hafter, Putin devreye girmeden ateşkes sözcüğünü bile ağzına almadı. Ateşkes de Moskova’da imza edilecekti, ama olmadı. Türkiye’nin çekilmesi şart koşuldu, Türkiye bunu kabul etmedi. Böylece bir kere daha dünya Türkiye’nin Libya’yı da karıştırdığına tanık oldu. Türkiye oyun kuramıyor, ama barışı bozuyor.
AKP’nin tezkereyi Meclis’ten geçirdiği günlerde, Halife Hafter de saldırılarını arttırdı. Trablus hükümeti tek tek denetimindeki yerleri kaybetmeye başladı. Beklenirdi ki tezkereyi Meclis’ten geçiren AKP, bir acele ile Libya’ya asker göndersin. Ancak öyle olmadı. Gönderdiyse bile bunlar çatışmaya girmekten uzak durdu. Erdoğan da muharip güç göndermeyeceğiz dedi. Bunun nedeni bence, muhalefetin ilk kez tezkereye karşı çıkma cesareti göstermesi ve bu tavrın kamuoyunda destek bulmasıdır. Eğer Türkiye’nin gönderdiği askerler çatışmaya girseydi, bu tezkereye duyulan tepki daha da büyüyecekti.
Yeni mülteci dalgası
İdlib’de bir ateşkes sağlandı. Bu ateşkes de Rusya ile yapıldı. İdlib’de ateşkes sayısı karıştı. Bu kaçıncı şaşırdık. Ama İdlib’de ilan edilen ateşkesler, Moskova’nın Erdoğan ile yaptığı ateşkesleri ciddiye almadığını gösteriyor. Müttefikleri sıkışınca Erdoğan, yana yakıla, ateşkesi istiyor. Putin de ateşkesi ilan ediyor. Putin’in çok sorun etmeden hemen ateşkesi kabul etmesinin altında, bu ateşkesleri ciddiye almaması ve gerektiğinde de hemen bozması yatıyor. Bu ateşkes sürelerinde genellikle Rus yanlısı güçler, nefes alıp derlenmekte, lojistiklerini tamamlamakta ve tekrar ateşe başlamaktadır. Sonuç olarak, İdlib’de 1 milyona yakın sivil evlerini terk etti ve Türkiye’ye doğru hareketlendi. Türkiye’nin 4 milyon mülteciye baktığını söyleyip, şikâyetçi olan Erdoğan, her hareketi ile yeni bir mülteci dalgası yaratıyor.