Sosyalist güçlerin kayyımlara karşı görevleri, Kürt halkını savunmakla başlıyor. Kürt halkını savunmak, haksızlığa uğrayan tarafı savunmak anlamına gelir. Bu Ekim Devrimi zamanında da böyleydi şimdi de böyle. Haksızlığa uğrayan halkı savunmak konjonktürel değildir, duruma göre değildir. Ezilen halkları savunmak temel bir prensiptir ve ezilen halklar sosyalizm mücadelesinin birinci dereceden ittifakıdır. Eğer tarih değiştirilecekse bunu sömürülen sınıflar, ezilen halklar ve haksızlığa uğrayan bütün toplumsal kategorilerin ittifakıyla başaracağız. Bütün tarih bize bunu gösteriyor.
Elbette ki, halkları savunmak, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak kitabın bir köşesinde kalmış bir paragraf olmamalı. Partinin politik programının bir yerinde, ansiklopedik olarak halkların özgürlüğünden bahsetmiş olmak bir sonuç yaratmaz. Bizim coğrafyamızda onlarca yıla dayanan ve yirmi milyonu bulan bir halkın sorunu politik programın ana maddelerinden biri olarak ileri sürülmelidir. Amasız ve fakatsız.
Bizim ülkemizde iki büyük mesele var: Birisi sınıf meselesi ve diğeri Kürt meselesi. Bunu sosyalistler yekten söylemelidir. Sosyalistler bu iki meseleye yekten, doğrudan ve aşamasız girmelidir. Bu iki meseleye konulan bütün aşamalar bizi hedeften uzaklaştırıyor ve sadede gelmemizi engelliyor.
Kürt sosyalistleri yıllardır Kürt meselesini anlatıyor, yükü taşıyor. Bu meseleyi aynı şekilde diğer sosyalistler de, ezilen halkın perspektifini dikkate alarak anlatmalıdır. Kürt meselesi kamuoyu önünde sürekli tartışılırsa ancak anlaşılır hale gelebilir ve çözüm yöntemleri geliştirilebilir. Sosyalistler bu ülkenin ulusal sorununu, bütün hassas yönlerini gözeterek, halkların kardeşliği ve eşitliği temelinde topluma sunabilir. Toplum bu meseleyi sosyalistlerin dilinden dinlemelidir. Halklar arasındaki önyargılar ve kırgınlıklar bu yöntemle aşılabilir.
Kayyım siyasetinin sürdürüldüğü bütün koşullarda sosyalistler fiili olarak Kürt halkının seçilmiş temsilcilerinin yanında olmalı ve onları sonuna kadar savunmalıdır. Son zamanlarda böyle bir ortak refleks oluşmuş durumda, bu refleks güçlendirilerek sürdürülmeli. Bu ortak tavır alış doğaldır ki sadece sorun çıkması anına bırakılmamalı. Uzun vadeli mücadeleyi örgütlemek ve güç biriktirmek üzere Kürt hareketi ve sosyalistler arasındaki kalıcı ittifak bağları ve kurumları yaratılmalıdır. Şimdiyi ve geleceği özgürleştirecek olan budur.
Sosyalistler bir televizyon programına çıktığında Kürt meselesiyle ilgili soru sorulmasından çekinmemeli. Eğer soru soruluyorsa, sorulan sorunun ötesinde, derinliğe inebilen bir açıklayıcılık ortaya koyulabilmelidir. Bu kitabi bir biçimde konuşarak ya da genel geçer kalıpları tekrar ederek olmaz. Kürt meselesini tartışmaya ve bu meseleyle ilgili güncel ve somut çözüm önerileri getirmeye hazırlıklı olmak gerekir.
Son dönemde Kürt meselesiyle ilgili ortaya çıkan bütün gelişmeler, uluslararası gelişmelere bağlı olarak ortaya çıktı denebilir. Türkiye’deki hükümetler yıllar yılı ülkedeki ulusal sorunu yok saymaya ve buna göre bir iklim yaratmaya çalıştılar. Kürt halkı yok sayılmaya çalışıldı, asimilasyona uğratılmaya çalışıldı ve en küçük bir hak arayışına şiddetle karşılık verildi. Bu konuda, bütün hükümetler körlemesine ve dümdüz ilerlemek üzere hareket etti. Kürt meselesinin geldiği kritik aşamalarda verdiği sinyaller dikkate alınmadı. Kürt meselesi hangi aşamaya gelmiş olursa olsun, ilk zamanlardaki basit manevralarla vaziyet devam ettirilmek istendi. Statüko sürdürülebilir değildi ve her yönden yeni bir durumun patlak vermesi bir ihtimaldi.
Kürt sorunuyla ilgili olguların birikmesi gibi, hem dünyada hem de bölgede gelişmeler üst üste geldi ve yığıldı. İsrail devletinin Filistin halkının isyanını bahane ederek yayılmacı siyasetini en yüksek bir şekilde hayata geçirmesi Ortadoğu ve dünyada bir dalgalanma yarattı ve dengeleri sarstı. Bu etkinin Irak ve Suriye üzerinden bölgeye yansıyacağını öngörmek çok zor değil.
Türkiye’deki egemenler şimdi bu dalgalanmanın, bölgedeki Kürt halkı üzerindeki etkileri üzerine düşünmeye başladı. Geç kalmış bir düşünceli olma hali ama gelinen nokta bu. Siyasi iktidar ortaya çıkan dalgalanmalardan Kürt halkının siyasal haklarının genişlemesi yönünde bir sonuç çıkmasından korkuyor. Esas konu bu.
Ne kadar istemese de, tarih boyunca ne kadar ayak sürümüş olsa da artık mesele gelmiş ve kapıya dayanmış durumda. Yönetenlere göre, ateşin bacayı sarmaması için Kürt meselesine bir yerden el atmak gerekiyor. Hiç dokunmuyorum denilerek devam edilemez. Bu tabloda Kürt meselesine el atmanın bir şekli, vites yükselterek çözüyormuş gibi yapmaya yönelmek olabilir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yapmaya çalıştığının bu olduğu varsayılabilir.
Burada, Kürt hareketi tarafından kabul edilemez koşullara sahip bir el sıkışma teklif ediliyor. Kabulü mümkün olmayan yönler taşısa da, yönetenlerin bir kanadı olarak Devlet Bahçeli bu teklifi yapma zorunluluğunda hissediyor kendisini. Bunu daha kapsamlı bir “beka” meselesi olarak görüyor muhtemelen. Ne var ki yönetenlerin ikinci kanadı durumu bu kadar kapsamlı bir “beka” meselesi olarak görme ve ona göre davranma eğilimi değil.
Kayyım uygulaması yönetenler katındaki ikinci kanadın şu an için tercih ettiği yönelim vaziyetinde. Bu kanat, Kürt meselesindeki gelişme seyri her ne olursa olsun, bir üstünlük belirtme ve güç kazanma tutumu olarak kayyım atama zorbalığına başvuruyor. Çok bilinen bir kara düzen devam ettiriliyor. İkinci kanat olarak hükümet, yeni ve büyük bir stratejik değişiklik yapmayacaksa, bugüne kadar davrandığı gibi devam etmesi olasıdır.
Kürt halkı ve Türkiye toplumsal muhalefeti deneyimlidir. Neler neler görmüş geçirmiştir. Her türlü ihtimali hesaba katarak, ihtiyatla hareket edebilir.