İran, Irak ve Suriye’de Kürtler ve etnik kimliklerin yaşadığı bölgelerde su krizi sürüyor. Türkiye’nin su akışını kestiği Suriye’de kolera vakaları artarken, İran ise suyu Kürtlerden çalarak farklı bölgelere taşıyor
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Türkiye’nin Suriye ile Kuzey ve Doğu Suriye’de yaptığı su kesintisinin halk sağlığı açısından tehdit ve tehlikelerine ilişkin yaptığı açıklamasında, Türkiye’nin Fırat suyunu kesip Kürtlerin olduğu bölgelere akışı engellemesiyle salgının süreceğini belirtmişti. 1 Kasım itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Suriye’de koleradan 81 ölüm ve 24 binin üzerinde şüpheli vaka kaydetti. Temmuz 2020’de Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin yayınladığı raporda da, Türkiye’nin Fırat Nehri’nin Suriye’ye akan suyunu keserek, yüzde 65’lik bir azalmaya neden olduğunu aktardı. Geçen sene Türkiye, kendisinin susuzluk sorunu olduğunu iddia ederek, su seviyesinin düşürülmesindeki sorumluluğunu ise reddetti.
Batının gündemin de yok
KJAR üyesi Aso Kamalî, hem su krizinin nedenlerini hem de bölge halkına olan etkilerini değerlendirdi. Ortadoğu’da meydana gelen en büyük çevre felaketinin su kıtlığı olduğunu söyleyen Aso Kamalî, çevreye verilen zararın bir soykırım yöntemi olduğunu belirtti. Aso Kamalî, çevresel yıkımın sonuçlarına dikkat çekerken, “Ortadoğu’daki ekosistemin küçük bir bölümünü etkileyen şey, kesinlikle dünyanın başka yerlerini de etkileyecektir. Bütün bir kıtayı görmezden gelemeyiz. Çünkü bu doğaya bir meydan okuma olur. Ortadoğu’daki düşmanca ilişkilerde ve çatışmalarda muazzam bir rol oynamasına rağmen, bölgenin jeopolitik açmazına ilişkin analizler batının gündeminde yer edinmiyor. Bölgedeki birçok çatışma sadece din ve enerji kaynakları merceğinden değerlendiriyor” dedi.
‘Su kıtlığı saatli bomba gibi’
Su kıtlığının saatli bir bomba olduğunu belirten Aso Kamalî, “Birçok çalışma, doğanın bir soykırım yöntemi olarak kullanılabileceğini gösterdi. Örneğin, çevresel yıkım, sosyal grupların kültürel ve fiziksel varlığını temelden tehdit eden sonuçlar doğurur. Su kıtlığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan çatışma, bir mülteci dalgası üretebilir. Bu, potansiyel olarak bölgesel savaşa, devletlerin çöküşüne ve Avrupa ve Güney Asya gibi daha uzaktaki bölgelerin istikrarsızlaşmasına yol açacak şekilde, insanlığın hayal edemeyeceği ölçüde acı çekmesine yol açar” ifadelerini kullandı. Kamalî, Irak, İran, Türkiye ve Suriye’nin 1963’te Kürtlerin ve azınlıkların yaşadığı bölgeleri anlaşmalar kapsamında Fars, Arap, İranlılar ile doldurarak iki yönlü bir yok etme politikası izlediklerine işaret etti, bunun birinci ayağının nüfusu “dönüştürmek”, ikinci ayağının ise “doğayı aşamalı olarak bozmak” olduğunu dile getirdi.
Yok etme politikası
Aso Kamalî, “Birincisi peşmerge güçleri nedeniyle o alandaki stratejik sorumluluk olarak kabul edilen arazi bölgelerini yok etmekti. İkincisi, çevreyi aşama aşama bozan ve onu kuraklaştıran çevresel felaketler yoluyla tarıma bağımlı Kürt topluluklarını zora sokarak olası bir isyanı bastırmaktı. Çölleşme budur. Bu, stratejik olarak yerleştirilmiş barajlar aracılığıyla Fırat’tan gelen suyun yeniden yönlendirilmesini içeriyor. Daha sonra Türkiye ve Suriye benzer soykırım kampanyalarına katılmaya başladı. Bununla birlikte, İran Fırat’a güveniyor ve bunun yerine, çoğu yasal veya yasa dışı olan tahmini 500 bin derin ve sığ kuyuya bağlı ve düzenlemeler olmadan su, dikey şaftlar yoluyla dağlardan aşağı doğru yerçekimiyle stratejik olarak yerleştirilmiş bir dizi sırayla bölgelere dağıtılır” diye belirtti.
Çevre talan edilirken su krizi tırmandı
10 yıl önce İran’ın, Ortadoğu’nun en yeşil topraklarından birine sahip olduğuna dikkat çeken Aso Kamalî, buna karşın Ortadoğu’nun en büyük Dünyanın 3. büyük doğal gölü olan Urmiye Gölü’nün 5 yılda yüzde 70 küçüldüğünü ekledi. Aso Kamalî, “Dr. Ismail Kahrom’un yakın zamanda yaptığı bir araştırma, aşırı pestisit kullanımından zarar gören doğal sulak alanların, zehirli alg patlamalarının hacmini arttırdığını, bunun da suyun ötrofikasyonuna neden olduğunu ve sonucunda doğaya aşırı miktarda karbondioksit salındığını gösterdi. Bu, suyun pH seviyesini değiştirerek, asitliğini artırarak gölün kurumasına neden olur. Khuzestan’da ‘susuzluğun ayaklanması’ denilen günlük protestolar vardı. Khuzestan’da, Khorramshar rejim tarafından vuruldu ve suyun çoğunluğu Kürtlerin olduğu bölgelerden Basra’ya yönlendirildi” diye kaydetti.
‘Su Kürt halkından çalınıp taşınıyor’
Aso Kamalî, “İranlılar, Irak’ta siyasi bir müttefik yaratmak istiyorlar, barışa ve o bölgede yerlerini korumak için Basra’ya ihtiyaçları var. Bunun için çözümü, Kürt bölgelerindeki suyun 150 bin litresini günlük Basra’ya taşımakta buldular. Suya erişim için hangi alanların öncelikli olduğuna karar verirler ve bu önceliğin büyük bir kısmı, oradaki bahçelerdeki su müzeleri için Tahran veya İsfahan’a yönlendirilir. Tahran günlük olarak küresel ortalamadan yüzde 70 daha fazla su tüketiyor. Sıradaki ise fırın endüstrisi, petrol endüstrisi, bunun gibi yerler olur, bunlar o izin listesindekiler. Bu sistemle, Fars nüfusu su krizinin etkilerini hissetmez. Çünkü listede öncelik olarak kabul edilirler. 2008-2009 yılı boyunca İran Kürt bölgesindeki 50 köy su kıtlığı ve enfeksiyonlar nedeniyle şiddetli kuraklık yaşayarak göç etti” dedi.
‘Kasıtlı yıkımlar gerçekleştiriliyor’
Su sorunun yanında bölgede çıkan orman yangınların söndürülmesine de İran rejiminin yardım etmezken, Türkiye’deki yangınlara dahi helikopter gönderen İran rejiminin, çevreye yönelik Kürtlerin ve gerillaların olduğu bölgelere kasıtlı eylemler gerçekleştirdiğini belirten Aso Kamalî, “Son 10 yıldır hükümet, çevre aktivistlerini takip ediyor ve herhangi bir yasal açıklama yapmadan onları tutukluyor ve çoğu zaman yargılanmadan aylarca cezaevlerinde tutuyor. Geçen yıl tutuklanan çevre aktivistlerinin sayısı yaklaşık 250 oldu. Şimdi Mart 2021 itibariyle İbrahim Reisi, çevre aktivistlerini, siyasi eylemci olarak değerlendirilmeleri gerektiğini açıkladı. Çevre aktivistleri doğayı korumaya çalışırken, asılmalarını isteyen bir rejimle karşı karşıyalar. Siyasi aktivistlere verilen ve çevre aktivistlerini de içeren idam cezalarının sayısı 12 bin 800’ün üzerine çıktı” şeklinde konuştu.
‘Sık sık su kaynağını kesiyor’
Rojava’daki su krizine de dikkat çeken Aso Kamalî, “Türkiye’nin, Efrîn Kantonu’nu işgalinden beri su istasyonuna doğrudan erişimi var. Suyu şimdi politik bir kaldıraç olarak kullandıklarını görebiliyoruz. Sık sık su kaynağını kesiyor. Dolayısıyla, kolera vakalarının ağırlıklı olarak Efrîn Kantonu’ndaki su istasyonuna bağlı olan Hesekê gibi bölgelerde yayıldığını görüyoruz. Türkiye suyu kestiğinde, su tortu seviyesine ulaşır ve nüfus suyu kullanmaya devam ettiğinde, o tortulu suyu tüketmiş oluyor. Kolera kapmasalar, tükettikleri tortulu sudan, başka koleretik hastalıklara yakalanacaklardır. Hesekê ve Qamişlo’daki insanlar su şişelerine mahkum. Su şişelerini nasıl alacağız? Bu kaynakların bölgeye ulaşması için sürekli açık olması gereken Faysh Khabur’a güvenmek zorundalar. Ancak Faysh Khabur, Kürdistan Bölgesel Yönetimi suyu sık sık kapatıyor” değerlendirmelerinde bulundu.
Kadınlar suya ulaşamıyor
Kadınların suya ulaşamadıkları için kendilerini özellikle regl dönemlerinde toplumdan izole ettiklerine şahit olduğunu paylaşan Aso Kamalî, şöyle devam etti: “Küçük hanelerde bir kadın regl olduğunda zaten izole ediliyor ve suya erişimi yoksa daha fazla izole edeceklerdir. Örneğin Rojava’da sadece bir yıl kaldım. Her gün su eksikliğinden şikâyet eden tüm bölgelerden birçok arkadaşım vardı. Su gibi şeyler çok pahalı hale geldi ve kadınların erişimi yok. Çünkü su, şişelerde geliyor. Eğer toplum kadınların çalışmasını istemiyorsa, o zaman kadınlar duş almak için ihtiyaç duydukları suyu alacak parayı nasıl kazanacak? Kadınlar sürekli olarak bu çelişkili dolaşıma takılıp kalıyor ve bu yüzden Kongra Star gibi bir sisteme sahip olmak çok önemli, çünkü burası kadınların kendilerini güvende hissedebilecekleri, yaşadıkları sorunları tartışabilecekleri ve toplumlarındaki diğer kadınlardan destek alabilecekleri bir alan.”
‘Dünya gerçekliğe gelmeli’
Aso Kamalî, su krizinin ve bu çevre soykırımının sadece Kürt bölgelerini etkilemediğinin altını çizerek, “Hindistan’ı, diğer Batı ülkelerini, oradan Brezilya’yı etkiliyor ve oradaki insanların bunu kabul etmesi gerekiyor. Gerçekliğe gelmeleri gerekiyor. Bu böyle devam edemez. Kapitalizmin alternatifi olmadığını söyleyip hayır dedikleri her ne ise, kimin için çalışıyor bu sistem? Bu dünyada yaşayan insanların çoğunluğu için çalışmıyor, çevre için çalışmıyor, hiçbir şey için çalışmıyor. Sadece sürekli olarak tepedeki milyarderlere fayda sağlıyor ve burada sorunun para olmadığı bir aşamaya geliyoruz. Kapitalizm sistemi, sanayileşme sistemi, bu yeni sömürgecilik sistemi, çalışmıyor ve farklı kimlikler için alternatif, demokratik konfederalizmdir. Bunu kabul etmeye başlamaları, sonra bizimle çalışmaya, bizi kabul etmeye ve siyasi arenada bize yer vermeye başlamaları gerekiyor” diye konuştu.
Melek Avcı / JINNEWS