Ortadoğu ve Mezopotamya’da yapısal krizler her an derinleşerek devam etmektedir. Bu mekanlarda yaşanan her an bir tarihin zuhurunu barındırmaktadır.
Ortadoğu uygarlığını değerlendirirken bölgenin zihniyet yapısına, bakmadan karar vermek ciddi yanılsamalara yol açar. Her şeyden önce üç temel dinin bu coğrafyada ortaya çıkması bu bölgenin zihniyet yapısının, hakikat arayışının ne kadar köklü, kadim olduğunun önemli ölçütüdür. On binlerce yıllık bir kültürel dokunun yaşanması, dışarıdan gelen sömürgeci kültür ile sürekli çatışma halinde olması tarihsel bir hakikattir. Kapitalist modernist zihniyet bölgeye girerken hiçbir zaman rahat bir şekilde yerleşemedi; ancak sürekli değişim geçirerek var olmaya çalıştı.
İnsanlığa, doğal topluma, rıza toplumu süreklerine, ana kadının bilgeliğine ait ilklerin yaratıldığı bu coğrafya günümüz muktedirleri, çağdaş Nemrudları, Firavunları tarafından bütün toplumsal değerleri ile çarmıha gerilmiş durumdadır. Binlerce yıldır erkek egemen, despot, tekçi, devletçi yapılarca baskı ve denetim altına alınan bölge adeta kendi hakikatine yabancılaştırılmıştır. Emperyalist ülkeler bölgeyi işgal ederken bölgedeki iktidarları parçalamaktan ziyade kendi pazarlarını oluşturma, egemenliğini tesis etmeyi esas aldılar.
Kapitalist modernist güçler bölgede milliyetçilik ve dinciliği kökleştirerek bölge halkları arasında çekişli, çatışma ve sürekli kriz siyaseti ile varlıklarını devam ettirdiler. Emevi İslam anlayışı milliyetçilikle birleşince despotik rejimler dönemsel olarak var oldular.
Dincilik, milliyetçilik ve endüstriyalizm üzerinden bölge halklarını, toplumları dizayn etmeye çalışan ulus-devlet anlayışları da derinlikli krizler yaşamaktadır. Farklılıkların birliğini teklikte-birlik anlayışına indirdikçe, çeşitliliği zenginlik olarak değil risk olarak gördükçe, her şeyi kendileri ile başlatınca, rıza toplumu süreklerinin zamanını sahipsiz bırakıp mekanına rızasız girdikçe, ana kadın kemaleti taciz ve tecavüze uğradıkça, farklılıklar biata zorlandıkça, devlet dışı kalmış devlete rağmen varlığını devam ettiren rıza toplumu sürekleri hedef alındıkça, bazen dinci, bazen liberal, kimi zaman laik oldukça, birey, toplum ve doğa tahakküm altına alındıkça, nasıl yaşayacağımıza ve nasıl öleceğimize muktedirler karar verdikçe, üretiminden tüketime kadar kendileri karar verdikçe, toplumsallık karşıtı siyaset anlayışı egemen oldukça, her topum kendi dili ile konuşamaz ve kendi kökleri üzerinden var olmadıkça bu kriz ve kaos derinleşecektir.
Başta Kürtler olmak üzere bölgede bir çok halk, farklı klan, kabile, aşiretler ve inançlar devletsiz toplumsal formların hakikat ve özgürlük arayışı bölgedeki bir çok topluluğu etkilemiştir. Bu toplumsal formlar; rıza toplumu perspektifini yeniden inşa edecek tarihsel hafızaya sahiptirler. Bütün baskılara rağmen hakikat ve özgürlük arayışı devriye halindedir.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgedeki birçok ülkede doğal toplum özelliklerini yaşayan Kürtler, Araplar, Farslar, Türkmenler Dürziler, Êzidiler, Süryaniler, Yarsanîler, Ehli Haklar, Rêya Hakk Alevî sürekleri… Kısacası farklı toplumsal formların toplumsal ve kültürel direnişin, özgürlük arayışının fay hatları hâlâ aktiftir, değişimi sağlayacak olanlar bu güçlerdir.
Yapısal krizler derinleştikçe iktidarlar kendi bekaları için “iç tehdit, dış tehdit, kutsal değerler, devlet bekası” şeklindeki kodlarla savaşı sürekli gündemde tutarlar. Yeni savaş teskeresi de bu siyasetin sunucudur.