Ortadoğu’da yaşanan her an adeta bir tarihtir. Bölge kendine özgü bir tarzda Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşamaktadır. Bu savaş bölgenin tarihsel hakikatine uygun olarak; rıza toplumu sürekleri için özgür bir yaşamın da kapısını aralayacaktır. Bu kaos ve kriz hali kendi içinde bir çözümü var edecektir.
Yaşanan bu savaşın daha önce yaşanan savaşlardan farklı boyutları vardır. Savaşın etkilemediği tek bir yaşam alanı adeta yok gibidir. Birey, toplum, doğa bütün cümle can bu savaştan etkilenmektedir. Bölgede savaş ve özgür yaşam arayışı iç içedir. Yaşanan bu Üçüncü Dünya Savaşı Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından hayli farklılık göstermektedir. Diyebiliriz ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında geliştirilen soğuk savaş süreci uygulamaları, Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıç nedenleri olmuştur. Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları sonrasında oluşturulan dengelere göre kendini konumlandıran küresel emperyalist anlayışlar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kendilerine yeniden hükümranlık bulma arayışına girdiler. Bölgede devlet dışı kalmış, demokratik toplum özelliklerini taşıyan, hakikat ve özgürlük arayışı mücadelesi verenlere, zulmat deryasında yaşamayı reva gördüler. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ABD kendisini dünyanın efendisi ilan etti. Küresel Nemrudî zihniyet kendisini ezel- ebet olarak kabul ederek, kendisini insanlık gelişiminin son durağı olarak ilan etti. Bunun sonucu olarak, sömürgeci anlayışa karşı “farklı bir dünya, farklılıklarla birlik içinde özgür bir yaşam mümkündür” diyen bütün Hak Yol toplulukları, bölgesel devletleri “terörist- düşman” ilan etti. “Özgür bir yaşam mümkündür” diyerek bu yaşamın mücadelesini veren bütün arayışları, bu arayışın temsilcilerini, hakikat ve özgürlük arayışında olanların mücadelesini engellemek için en büyük katliamları yapmaktan imtina etmediler. Bu yaşananlar kapitalist sistemin yapısal bir krize girdiğinin de ifadesidir.
Ortadoğu’da insanlık ve doğa bir bütün olarak pazara çıkarılarak Nemrudî zihniyetlerin tüketimine sunuldu. Ayrıca devletlerin bölgedeki savaş siyaseti ahlaksızlığın da zirvesi durumundadır. Birey, toplum ve doğa üzerinde sınır tanımayan bir yıkım hareketi söz konusudur. Biyolojik ve kimyasal silahlar, uzaktan kumandalı ve güdümlü füzeler, askeri üstlerde konumlandırılan atom bombaları, okyanusların dipleri, uzayın derinlikleri savaşın ve silahların kullanılacağı mekanlar olarak kabul edilmektedir. Bilim adına uzay teknolojisine verilen önem ve yapılan milyarlarca dolar harcamanın temel nedeni kapitalist modernite güçlerin dünyaya hükümran olmak istemeleridir. Kemaletten, bilgelikten, ahlaktan yoksun; dinciliğin, milliyetçiliğin, endüstriyalizmin, erkek egemen aklın halkların demokratik yaşamına paslı bir hançer gibi saplandığı savaş ortamlarındayız. Kapitalist modernist güçlerin güvenlik gerekçesi ileri sürülerek Ortadoğu’ya yönelik müdahale etmeleri bir sistem oluşturma girişimidir. Mevcut egemen güçlerle demokratik modernite güçleri arasında da sürekli bir mücadele durumu söz konusudur. Tüm bu sorunların temelinde hiyerarşik devletçi toplum sistemi söz konusudur.
Binlerce yıldır Nemrudî zihniyetler bölgeyi “toplum kırımdan” geçirirken; aynı zamanda savaş zemini devamlı canlı tutularak bölge topluluklarının kendi tarihsel hakikatleriyle bütünleşerek, farklılıkların birlik içerisinde yaşama istekleri, mücadeleleri engellendi. Başta tek tanrılı dinlerin hakikati olmak üzere, doğal toplum özelliklerini taşıyan, ahlaki ve politik yaşayan aşiretler, mezhepler, etnisiteler, klanlar, kabileler, bölgenin en arkaik kültürel zenginliğine sahip olan topluluklar nefessiz, ruhsuz ve cansız bırakılmaya çalışıldı. Bölge sürekli müdahalelere açık hale getirildi. Bölge adeta ruhunu, kemaletini, özünü unutur hatta özüne ihanet eder hale getirildi. İbn-i Haldun’a ait olduğu söylenen “coğrafya kaderdir” sözü sanki Ortadoğu’nun tarihi ve zemini için söylenmiştir.
Ortadoğu coğrafyası kadim tarihlerden beri, sürekli bir kaos halindedir. Yaşanan sürekli çatışma, çelişki ve savaş hali yeni değildir. Son yüz-ikiyüz yıllık zaman aralığıyla ifade edilemez. Çelişki ve çatışma kadim tarihlere dayanır. Özellikle 5-6 bin yıllık devletçi hiyerarşik toplum tarihini ve bu anlayışın yarattığı kriz, çelişki ve çatışma halini doğru kavramak, tanımlamak bölgenin tarihini ve günümüzü anlamak için son derece önemlidir. Yaşadığımız her an bir tarih olduğuna göre geçmiş ve gelecek anda birlikte yaşanmaktadır.
Rojava’ya yönelik saldırılarda, bölgedeki Hak Yol topluluklarının rızalık esası üzerinde kom olarak bir Rıza Kenti oluşturma gayretlerinin engellemesi belirleyicidir. Rojava’da rıza toplumu sürekleri ikrar ve rızalığı esas üzerine kom olma gayreti içindeler. Özellikle Afrin, kadim tarihlerden bu güne kadar devlet dışı kalmış Hak Yol komlarına mihmandarlık yapmıştır. Bölgedeki tekçi devletlerin zulmünden kaçmak zorunda kalanlar için Afrin Nuh’un gemisi olmuştur. Zeytin ağacının ana yurdu olan bu coğrafya rıza şehri mekanıdır.
Dünyanın en kadim ve en zengin toprakları aynı zamanda Reya Heq (Hak Yol) inancının da en eski mekanlarıdır. Bölgede yaşanan kaos ve krizin en önemli nedenlerinden biri de bir sapma olarak ortaya çıkan Nahak, Nemrudî hiyerarşik topluma karşı, Hak Yol toplumunun derin çelişkisidir. Bu mekanlarda hakikat ve özgürlük arayışı hiç sönmemiştir, sürekli devriye halindedir. Ahlaki ve politik damar bütün baskılara rağmen hala çok güçlüdür. Bu manada bölgenin tarihsel hafızasına rıza göstererek; ahlaklı, hakikatçi evrensel bir tarih anlayışı sorunları çözme yöntemi olabilir. Ortadoğu ve Mezopotamya’daki kriz, çelişki ve çatışmanın temel nedeni bölgedeki tekçi zihniyetle inşa olan devletlerin merkezi uygarlık rolünü sürdürmekteki ısrarlarıdır. Bu ısrar ve sapmaya karşı da Hak Yol toplulukların Rıza Şehri kurmadaki ısrarlarıdır.
Ortadoğu ve Mezopotamya coğrafyası insanlığa ait zihinsel, siyasal ve toplumsal açıdan ilkleri var etmiş bir coğrafyadır. İnsanın toplumsallığına ait ilk ayak izlerinin bulunduğu, insanlığın Serpiyan olduğu mekanlardır. Aynı zamanda Reya Heq Alevi süreklerinin yoğun yaşadığı, hakikat ve özgürlük arayışında binlerce hakikatçinin serden geçtiği bir coğrafyadır. Dışarıdan dayatılan, rıza toplumu süreklerinin varoluş yasasına uymayan bütün Nemrudî zihniyetlere karşı tarihsel hafızasından güç alarak, zamanın ve mekânın ruhuna uygun olarak savunma hattını, görünür olma hakikatini bu güne devriye etmiştir.
Ortadoğu ve Mezopotamya’da komünaliteye ait kök değerlerine ait damar çok güçlüdür. Başta Kürtler olmak üzere bölgedeki demokratik toplumun zihin kodlarını bu güne taşıyan farklı halkların, klanların, kabilelerin, inançların, kültürlerin; dışarıdan gelen, bölgenin kültürel yapısına uymayan zihniyetlerle doku sorunu olmuştur. Bu kadar baskıya rağmen hakikat ve özgürlük arayışının devriye halinde olmasının tek nedeni kök değerlere verilen ikrardır. Kök değerler rıza toplumu süreklerinin tarihsel delîlidir, bu delîl her daim kılavuzdur. Aslolan delîli söndürmemek, sırlamaktır Mevcut durumu bu perspektif ile değerlendirmek daha gerçekçi olacaktır.
Delîli uyandırıp sırlayanlara aşk olsun.