Su; insan yaşamının ve doğanın döngüsünde önemli birincil etken olması itibariyle insan için elzem ihtiyaçlardan. Fakat her zamanki gibi iktidarlı sistemlerin bunu bir enerji politikası olarak görmeye başlamalarıyla, anlamları ve işlevi değişmiş bir noktaya taşınmış oldu. Ve doğa üzerine yaratılan talandan bir sonraki adım onu mülkleştirme olunca, ulus-devletin sınırlar çekme mantığını hemen görebilmekteyiz. Bölge ülkeleri hem güvenlikçi politikalar, hem de enerji politikalarıyla artık enerjiyi bir silah olarak kullanabilmekte ve bu amaçla son süreçte barajlar, madenler, JES’ler ve HES’lere yoğunlaşmış durumdalar.
Bugün Türkiye’de geçmişten gelen ve adeta her iktidarın biraz daha kangrenleştirdiği Kürt sorunu ile birlikte başlayan çatışmalı süreçler öncesinde sadece insan ölümleri iken mesele, bugün doğa da artık işin içine çekilmiş durumda. Bu noktada bölgenin bir ucundan diğer ucuna yapılan HES’ler ve barajlar sonucunda bölge halkının geçim kaynağı, hatta yaşam tarzı diyebileceğimiz tarım, hayvancılık etkilenirken, uzun vadede toprağından koparılan insanları görmekteyiz. Doğrusu yaşanan çatışmalı süreçle birlikte doğanın az da olsa arka planda kalmasında sebep olmuş durumda. Belki de bir Ortadoğulu tipik insan psikolojisidir, insanlar ölürken kimse, bir orman yangınıyla yok edilen bir ekosistemden bahsetmeye sıra gelmezdi ya da barajlar yapılırken 90’lı yıllarda köy boşaltmalarının yarattığı etkide olmadığını görmek insanlar için belki kolay bir ölümü anlatıyordu. Oysaki bugün Munzur’dan Hasankeyf’e, Gelîye Goderne’ye, bugün Botan Çayı’na kadar bakınca sonucunda köy boşaltmalar sürecindeki köy sayısı ile barajlarla boşaltılan köyler ve köylerden göç eden insanların sayısıyla eşdeğer olmuş duruma geldi. Ayrıca köy boşaltmaları sonucu, yıllar sonra az bir şansla da olsa dönecek bir köy olabiliyordu fakat bugün dönecek bir köy yok artık çünkü hepsi sular altında.
Yazılı ya da görsel medyada Hasankeyf, Munzur’dan bahsedilirken Botan Çayı’nın biraz dillendirilmediğini görmekteyiz. Botan Çayı Dicle’nin en büyük kolundan ve Siirt’in Şirvan ve Pervari ilçeleri sınırları içerisinde kalan bir bölge. Ve tarihsel olarak Ksenefon’un yazdığı Anabasis yani Onbinlerin Dönüşü eserinde çokça adı geçen nehir ve doğasıyla konu olmuştur. Bölge Mezopotamya içinde olması itibariyle de önemli bir yer tutmaktadır. Fakat bugün Siirt’in bir kısmı Ilısu Barajı projesinde geçerken bugün de 2011’de başlayan, sona gelmeye yakın olan ve Avrupa’nın Türkiye’nin en büyük barajı olmaya aday Çetin Barajı ile bu bölgede tarihi ve güzelliğiyle su altında kalacaktır.
Ve son süreçte çokça görmeye alıştığımız durumdan bahsetmek gerekir, Şırnak’a termik santral yapılınca talanın üstünü örtmek için istihdam yaratıyoruz, işsizliği çözüyoruz dediler. Aynısını Botan Çayı için de Milli Park ilan ederek ve turizm artacak, kentin ekonomisi gelişecek diye bir şey uydurdular. Bugün teknelerle Botan Çayı üzerinde turistik tekne gezileri derken, yapılaşma artırıldı ve tamamen ranta peşkeş çekildi.
Ve sadece özel sermaye şirketleri Siirt’te Botan Çayı üzerine 8 baraj inşa etmektedir. Bu 8 barajdan sonuncusu Ilısu Barajı projesiyle Hasankeyf tükenmeye yakınken, Botan Çayı da tarihiyle, doğasıyla bir talanla karşı karşıyadır. İktidar ve sermayesi hatta öyle ki ülkenin sermaye şirketleri yetmezmiş gibi ülkenin diğer yerlerini talan için gördüğümüz çokuluslu şirketler Norveç’ten gelip bu talana ortak olmaktalar. Siirt merkeze bağlı köylerden Eruh’a, Kurtalan’a onlarca köy su altında kalırken insan yaşamı tamamen tehdit altındadır. Sadece 2011 yılında 1,5 ayda baraj kapaklarının aniden açılması ve suların yükselmesiyle 17 insanın yaşamına mal oldu.
Bunlar yaşanırken baraj yapımına başlanmasıyla, arkeolojik kazılar başladı ve başta belirtildiği üzere tarihi bir alan olduğu tekrardan gün yüzüne çıktı. Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Çattepe köyünde 6 bin yıllık bir şehrin varlığına ulaşıldı, bununla beraber bulunan heykeller ile tarihsel geçmişini ortaya çıkardı. Can kayıplarından sonra yerleşim yerleri köyler sular altında kalırken, tarihi hafızası yok edilirken ve herkesçe köyün adıyla çokça bilinen Zivzik Narı Bahçeleri de yok olacaktır.
Yaşanan doğa talanının yıkımı etkisi bugün iklim krizinden, gıda krizine ve son süreçte korona salgını da olmak üzere dünya çeşitli krizler ile karşı karşıya kalırken, Ula ilçesine bağlı Çıtlık Mahallesi’nde 30 hektar yetişkin orman alanı endüstriyel plantasyon alanı olarak belirlenerek kesim ihalesi yapılmıştı. Halk buna karşı çıkarak kısmi olarak durdurmayı başarmıştı ve yazılı bir pankartta şu yazılıydı; “Orman kesen, korona biçer”…