Veba Geceleri, bu köşede yazılan üç kısa yazıdan daha fazlasını hak ediyor. Birçok bakımdan hak ediyor. İçinde yaşadığımız salgın dönemine tarihten bir pencere açması, romana küresel ölçekte kayda değer bir cazibe kazandırıyor. 20. Yüzyıl’ın başlangıcından itibaren gerçekleşen birçok tarihsel olguyu olmayan bir ada/ülke zemini üzerinde birbirine eklemleyerek milli kimliğin kuruluş sürecine, ideolojik kökenine doğru giriştiği edebi kazı faaliyetinin ise Türkiyeli okurlar için yaygın bir ilgi, tartışma ve hatta çatışma kaynağı olması kaçınılmaz.
Aslında özellikle bu çatışma hali yeni değil. Pamuk’un üçüncü romanı ‘Beyaz Kale’ ile başlayan uluslararası tanınma ve okunma serüveni, Türkiye için alışıldık bir durum değil. Bir ‘milli temsil’ söz konusu olduğundan devletin devreye girdiği anlaşılıyor. Ve belli ki Kültür Bakanlığı değil de Genelkurmay ve İçişleri konuyla ilgilenmiş. ‘Beynelmilel’ temasların kontrol altında ve bir hiza dahilinde olması gerekiyor. Devletin güvenlik doktrini açısından böyle bir yazar ya atletizm milli takımı misali bir millet temsilcisidir ya da dış güçlerin emellerine hizmet etmektedir. Bu absürt ikilem, hasetten çatlayan birçok kifayetsiz muhteris ‘yazarın’ da yolunu açıyor. Bazıları belli ki doğrudan bu işle görevlendirilmiş; diğerleri ise durumdan vazife çıkararak çatışmaya dahil oluyor. İşte geçen hafta bu köşede sorulan sorunun (bu ‘eleştirmenlerin’ niyeti ve amacı nedir?) a ve b şıkları bunlar.
Bu yaklaşımın, Pamuk’u istenilen hizaya sokmaya yetmediğine tanık olduk. Bunun üzerine, vatandaşı hakir görme, gizli Yahudilik, çok satıp hiç okunmamış olmak, Oryantalizm, intihal, vatana ihanet ve dış güçlere hizmet gibi geniş bir ‘eleştiri’ manzumesinin konusu olduğu görüldü. Ulema-i rüsumun sol kanadı ise yazarı liberallik ‘suçundan’ dolayı mahkum etmeye doyamıyor.
Aslında Orhan Pamuk’un yazdıklarında ve eylemlerinde siyaset, birçok Türkiye yurttaşının hayatında olduğundan çok daha az yer işgal ediyor. 1989’da ‘Şeytan Ayetleri’ romanı nedeniyle Ayetullah Humeyni tarafından verilen ölüm fetvası karşısında, Salman Rüştü’ye destek açıklaması yapıyor. 1994’te Özgür Ülke binası bombalandığında İstanbul sokaklarında protesto yürüyüşü yapan birkaç aydından biri. Yaşar Kemal’e açılan ‘terörizm’ davasını eleştiriyor ve yanında yer alıyor. 2005’te Ermeni soykırımı ve Kürtlerin toplu katliamı üzerine yaptığı açıklama, Pamuk’un da Türklüğe hakaret suçuyla mahkeme karşısına çıkmasına yol açtı. Yüzlerce milliyetçi aleyhinde miting yaparak kitaplarını yaktı; mahkeme önünde bir kalabalığın toplu hakaretine ve fiziki saldırısına maruz kaldı. Linç ordusunun komutanları, faşist bir avukat ile Kemalist bir ressamdı.
Orhan Pamuk, 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığında gerek devletin organik aydınları gerekse de Türk ırkçıları için o kadar yoğun bir nefretin hedefiydi ki, Türkiyeli bir yazara böyle bir ödülü verdiği için ülke çapında Nobel jürisini tel’in mitingleri düzenlenebilirdi. Pamuk, bütün bu algı provokasyonuna rağmen, Türkiye’nin en çok okunan romancısı. Dünyanın sayılı edebiyatçılarından biri olduğu da tartışılmaz bir gerçek. Kara Kitap’ın Galip, Rüya ve Celal üçlüsü ve Kar’ın Ka’sı kadar Veba Geceleri’nin Pakize Sultanı, Sami Paşası ve Kolağası Kamil’i de edebi alemin ebedi karakterleridir artık.
Hasetten çatlayan sol ve sağ milli ‘eleştirmenler’e gelince: Çok değil bir kuşak sonra, bu şahısların torunları bile onların adını hatırlamayacak ama Orhan Pamuk’un eserleri onlarca farklı dilde milyonlarca dünya yurttaşının kütüphanelerinde tıpkı bugün olduğu gibi ayrıcalıklı bir köşede yer almaya ve okunmaya devam edecek. Tarih bilinci, bize bunu öğretiyor.