Zamanın akışı, varlığın ve canlı yaşamın döngüsü içinde, varlığın bir hali-formu olan insanın varlığını-yaşamını sürdürebilme, geleceğe taşıma mücadelesi de süreklilik arz etmektedir. İnsanlığın bu varoluş mücadelesinde karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit ise hak gaspı, karşıtlığı üzerinden gerçekleşen örgütlü kötülük biçimleri, zihniyet ve fiillerinden kaynaklanmaktadır.
Toplumsallık, insan denen varlığın doğasıdır. Toplumsal varoluş biçimi kolektif bir gerçekleşimdir. Hiyerarşi, cinsiyetçilik, sınıflaşma ve tahakkümle insanlığın bu hakikati çiğnenmiş, rızasız yolun örgütlü biçimi insanlık ve doğayı nesneleştirmiş, ezenle ezilenin mücadelesi de süregelmiş, devam etmiş ve etmektedir.
Bu durum ülke gerçekliğinde de kesintisiz biçimde sürmekte, ezilen cins, sınıf ve halklar, ötekileştirilenler hak mücadelesi vermektedirler. Tek tip iktidar alanı ve dizginsiz sömürüye odaklı Türkiye hâkim sınıfları ise, bu hak mücadelelerine her defasında daha otoriter rejimlerle cevap vermekte, kadınları, emekçileri, gençliği, halkları örgütsüz ve edilgen kalabalıklar durumuna indirmek için yaşamın her alanını kapsayan sistematik şiddet ve asimilasyon yöntemlerini kullanmaktadır.
Tarihsel sürekliliğin ve yaşanan süreçlerin farkındalığıyla sadece yakın geçmişe, 12 Eylül faşist darbesinden bu yana gerçekleştirilen dizaynlara bakarsak üzerinden yarım asıra yakın bir zaman geçmiş, yaşanan kaos ve krizlere, dizginsiz sömürü ve hak ihlallerine rağmen ezilen cins, emekçiler, gençlik ve halkların sürece cevap olabilecek birleşik örgütlülüğü ve mücadele düzeyi yakalanabilmiş değildir. Emperyalist merkezler ve bölgesel hegemon güçlerle ortaklaşarak iktisadi, inzibati, kültürel kuşatma, düşürme, ayrıştırıp çatıştırma politikalarıyla süreç işletilmekte, tahakküm derinleştirilmektedir.
Türkiye ve Ortadoğu’da demokratik-devrimci özünü ortaya koyan, alternatif fikriyat ve toplumsal model önermeleri ve pratiğini geliştiren, sürekliliğini korumayı ve gelişimini sürdürmeyi başarabilen Kürt Demokratik Hareketi ise yine küresel hegemon güçlerin fiili ortaklığıyla tecrit edip yalnızlaştırmayla, her türlü şiddet yöntemi ve araçlarıyla tasfiye edilmek istenmektedir.
Doğal toplum çizgisinden süzülüp gelen, tarihsel süreçler bağlamında fikriyatını derinleştiren, alternatif toplumsal modelini yaratarak bunu hayata geçiren, savunan ve A’dan Z’ye toplumcu-komünalist bir gelenek olan, Rıza Yolu ve Rıza Toplumsallığı’yla evrensel içerikte ki önermeler bütününden oluşan Raa/Reya Heq-Alevi geleneği ise gelinen noktada bir çözülüşü yaşamaktadır. Can havliyle yaratılan dernekleşme biçiminde ki örgütlenmeler, bu örgütlülük biçimi etrafında geliştirilmeye çalışılan mücadele biçim ve düzeyi ise sürece cevap olabilmekten uzaktır.
Alevilik bir toplumsal var oluş biçimidir. Fikriyatı, temel önermeleri vardır. Toplumsal inşa, kurumlaşmalar, anlam dünyası ve yaşam biçimi bu önermeler üzerinden gelişir, yaşanır. Eşitlerin meclisi olarak öngörülen, toplumsal yaşamda kolektif iradenin tecelli ettiği; benzetme yaparsak, temsili değil doğrudan demokrasinin esas olduğu bir toplumsal model Ocaklar Sistemi’yle inşa edilmiştir. Talip toplumsallığıdır, kemalet temelli hizmet makamları vardır, iktidar olgusuna, tahakküm ilişkilerine yer yoktur. Ezenle ezilenin tarihsel mücadelesinde alternatif bir toplumsal model olarak inşa edilmiştir ve bu toplumsal varoluş biçiminin tasfiyesi, rıza temelli komün toplumsal bir sistemin ve bu gerçekliği yaratan, yaşayan halkların tasfiyesi anlamına gelmektedir.
Bu bağlamda Alevi örgütlülükleri Yol’un temel düsturları üzerinden karakterize olmak, rıza hukukunu esas almak zorundadır. Tahakküm hukukunun yaşam bulabildiği, Yol ikrarbendlerinin Can’laşamadığı örgütlenme biçimleri ne Yol’a, ne de toplumsal varlığımızı yaşamaya, yaşatmaya hizmet edemeyecek, rızasız yolun yedeğine düşüp sistemin kullaştırdığı bireyler kalabalığına karışmaktan kurtaramayacaktır. Yol’un önermeler bütününden oluşan kemaleti, tarihsel serüveni, misyonu ve direngenliği ne kadar onore ediciyse, somut durumda ki çözülme, kopuş, yabancılaşma, tahakkümcü modernist zihniyet ve örgütlenme biçimleriyle yaşanan etkileşim, sürece cevap olabilecek çıkış ve örgütlülük biçimlerini geliştirememe hali bugünün kuşaklarına ağır bir vebal yüklemektedir. Öte yandan Aleviliği ve Alevileri yok etmeye odaklı politika ve çok yönlü saldırıların daha kapsamlı biçimde yürütülmekte olduğu somut bir durum olarak yaşanmaktadır.
Yol’umuzla, tarihsel-toplumsal hakikatimizle buluşmaya hizmet edebilecek, toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı ideolojik ve fiili saldırıları göğüsleme yeteneğine sahip, demokratik Cumhuriyet mücadelesinde Alevileri iradi ve aktif bir bileşen olarak konumlandırabilecek bir rehberlik ve örgütlülük biçimini yaratma görevi acil bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır.
Aşk ile..