Asıl sorun kapitalizmin sağlık yaklaşımındaki tercihler ve piyasa tıbbının bilimsel çaresizliğidir. ‘Bilim insanlarının’ şiddetle önerdikleri ‘karantina’ söylemi yalnızca orta üst sınıflarda karşılığını bulur
Yazımızın 2. bölümüne birkaç ön doğrumuzu dile getirerek başlamak istiyorum. Eleştirel göreceliliğe açık ön doğrularımız aynı zamanda ideolojik yaklaşımımızın da temelini göstermektedir.
1) Devlet tüm yurttaşları için eşit ve insan haklarına saygılı bir şekilde tüm sağlık hizmetlerini vermekle yükümlü ve sorumludur.
2) Devlete ait bu sorumluluk yönetimi de sağlık hizmetlerini vermekle yükümlü sağlık çalışanlarının sağlık hizmeti kapsamına giren tüm faaliyetlerini düzenlemek, bu süreçteki tüm sorumlulukları almak gerekli yükümlülükleri yerine getirmekle sorumlu kılar.
3) Sağlık çalışanlarının görevi, sağlık hizmetleri bağlamında ve belirlenen görev alanları içinde bu yükümlülüklerini ifa etmektir. (Kimi sosyal medya düşkünü sağlık çalışanlarının dile getirdiği “Siz düğünlerde barlarda gezin biz hastanelerde çalışalım” vs. söylemlerinin etik açıdan sorunlu olduğunu düşünüyorum.)
‘Muhalifliğin’ eleştirisi
Bu yazıda yerel/güncel örnekler üzerinden yönetimin/Sağlık Bakanlığı’nın uygulamalarına “muhalif” gözüken sol “bilim insanlarının” durduğu yer ve söylemleri sorgulanmaya çalışılacaktır. Salgının ilan edildiği ilk günden bu yana onların söylemlerindeki yalpalamaları bir kısmı bu gazetede de yayınlanan yazılarda örnekledik. Bu yazının ağırlıklı konusu, söylemlerinin -ve tabii duruşlarının ya da durdukları yerin- şu an itibarıyla geldiği nokta olacaktır. Öncelikle sorulması gereken birkaç sorumuz var: 1) Medyadaki tüm muhalif ya da hükümetin pandemi başta olmak üzere sağlık politikalarına ağır eleştirel tutumlarına/söylemlerine rağmen hâlâ hükümetin bu politikalarına meşruiyet kazandıran “bilim kurulunda” var olmaya devam etmelerinin nedeni nedir? 2) Günlerini gecelerini “ana akım” medyada hiç ama hiçbir kanıtı olmayan ürkütücü masallar anlatmayı bu “muhalif” ve “bilim insanı” halleri ile nasıl bağdaştırıyorlar? Bu arada aralarında çokça “eski” komünist olduğunu da anımsatalım ve küçük soru ekleyelim konu dışı da olsa, solculuğunuz bir gençlik hobisi miydi yoksa halk deyişinde olduğu gibi “kalkamadığı için yatma” durumu mu? Son sorumuz biraz daha sofistike: 3) Acaba bu arkadaşlarımız YÖK düzeninin akademilerinde, “bilim ortamlarında”, yüzlerce akademisyenin sadece görüşleri nedeniyle işten atıldıkları üniversitelerinde suskun kalarak, tepki göstermeyerek devam ederek yaptıklarının bilim adına olduğunu mu düşünüyorlar?
Kapan(ma)
Yazının bu başlıkla ilgili olarak temel önerisi “kapanma”dır. İdeolojik yaklaşımımız kapanma isteminin net bir şekilde faşizmi niteleyeceğidir. Sıkça tekrarladığım gibi “Hayat sokaktadır, sokak hayattır”, “Hayatı eve sığdırmak faşizme kayıtsız şartsız biattır.” Hükümetin bilim kurulunda ya da medyamızın stüdyolarında vs. de yer alan almayan birçok sol tandanslı “bilim insanı” ya pandemi ne olacak diye soracaktır bana! Onların eleştirel önerileri 14-24 günlük tam kapanma şeklindedir, hadi bir on dört gün de biz ekleyelim ve olsun 42 gün tam kapanma; tıbbın, tıp biliminin elinde “kapanma” durumunun pandemiyi engelleyeceğine dair hiçbir kanıt yoktur. Kanıt deneyimin sonucudur ve bu salgın modern tıbbın ilk pandemi deneyidir. Diğer taraftan dünyadaki diğer örnekler kapanmanın ardından, salgının sonlanma ya da yavaşlaması şöyle dursun, hızının daha da arttığı görülmüştür. (Almanya, Japonya) Asıl sorun kapitalizmin sağlık yaklaşımındaki tercihler ve eşliğinde piyasa tıbbının bilimsel yetersizliği ve çaresizliğidir. İnsan olabilmenin önemli koşullarından olan sosyal hayatın devamlılığı içinde devlet hastasına bakmak zorundadır, bu organizasyonu sağlamak zorunda olmalıdır. Kapanma önerisinde sorumluluk insan ile devlet arasında paylaştırılmak istenmektedir.
Devam edelim, kanıttan yoksun kapanma önerisi sadece muhaliflik adına mı yapılıyor, bu öneri salgının ilerleyişindeki sorumluluktan sıyrılma çabası mı yoksa. Zaten son günlerde “kapansak bile salgın bitmeyecek… Amaç hastaneleri rahatlatmak” vs. de dillendirilmeye başlandı. Tekrar ediyorum insanlık tarihindeki hiçbir salgına kapanma ile çözüm bulunmadı. COVID-19 pandemisinde de kapanma taraftarlarının Çin’i örnek göstermelerinin de kanıta dayalı olmadığı ortada. Otoriter-kapitalist Çin devletinin verdiği sayıların doğruluğunun bu arkadaşlar tarafından nasıl sorgulandığı merak konusu.
Yoksullara yıkım
Net bir gerçek vardır, bugünkü ekonomik ve sosyal sistemde hiçbir devlet kapanmanın -isterse eski sosyalist olsun!- yıkımını kaldıramaz. Bu yıkımın en ağır şekilde hissedileceği yer ise emekçiler ve yoksullar olacaktır. Bazı kapitalist ülkelerin açıkçası göz boyayıcılıktan öte bir şey ifade etmeyen mali destek gösterilerine kanılmasın. Yoksulluğun getireceği ve getirdiği yıkım hali yok sayılarak konuşuluyor. “Kapanılsın tabii/ama devlet desteklesin” söyleminin içinin boşluğunun en azından kendisini solcu sayan bilim insanları tarafından biliniyor olması gerekirdi. Gerçeklikten kopmuş bir halleri var, doğal sayıyorum, rezidanslarında “izole” yaşayan, 25-30 bin TL maaşları olan (diğer gelirlerini saptamak zor: bilim kurullarından maaş alıp almadıklarını bilmiyoruz, medya şovlarından da!). Varoluş durumlarının onları, “eski ideolojileri” ne olursa olsun, gerçeklikten kopardığını yaptıkları şovların satır aralarında yakalayabiliyoruz.
Ancak uzak durdukları, umursar görünmedikleri “bilimsel” gerçekler de var. Kısmı kapanmalarda bile gelişen psikiyatrik ve özellikle kronik hastalıklara, kas-eklem hastalıklarına vs. ait sorunların koronadan daha beter yıkıma yol açmaya başladığı, açacağı gerçeği. En muhalif görüneni, en solda duranı bile bu yakıcılığı çoktan başlamış sorun hakkında konuşmaktan kaçınıyor.
Kendini izole et(me)
Hasta değil, hasta olduğu düşünülen birisiyle teması yok, temaslı olduğu düşündüğü birisiyle konuşuyor ve kendisini eve kapatıyor ve sosyal medya aracılığı ile duyurusunu yapıyor: “Kendimi izole ettim.” En ufak rasyonalitesi olmayan akıl ve mantık dışı, saçma -ve hatta doğrudan “salakça ve hatta 21. yüzyılın en salakça… – bir söylemle karşı karşıyayız. En başta insan olmanın birincil koşulundan kendini uzaklaştırarak varlığını kapanmaya ve “diğer” insanlardan uzaklaştırmaya, yalıtmaya adanmışlık. Yegâne varoluş nedenini “sağlıklı olmak durumu” olarak ilan etme. Herkese gönül rahatlığıyla duyurulduğuna göre… Dillere “bilim insanları” aracılığıyla pelesenk olan bir söylem, vardığı yer düşünülmeden.
Hayatta kalma dürtüsünün doğrudan ve dolaylı bir şekilde gündemde tutulması -şu an bu kavrama çok sıkı sarılsalar bile- ortodoks solcuların dünyasında toplumsal psikoloji alanında aşamayacakları bireysel sorunlarla karşılaşmalarına aracılık edeceği düşünülmelidir. “Bilim insanlarının” şiddetle önerdikleri ve “Kendini izole et”, “Karantina uygula” söylemleriyle dile getirdikleri hal yalnızca orta üst sınıfların dünyasında karşılığını bulur. Üstelik bu kişilerin sağlık güvenliği ancak birçok sektördeki emekçinin yoğun çalışmasıyla sağlanabilmektedir. “Kendimi izole ettim” söylemi bu şekliyle orta ve üst sınıflara ait henüz adı konmamış bir hastalığın ilk semptomu olarak değerlendirilmelidir.
Pandeminin ilk günlerinde birçok solcu/muhalif “bilim insanı” COVİD-19 başta olmak üzere tüm salgınların eşitlikçi olduğunu ağızlarından kaçırıverdiler, sonradan geri adım atsalar da söylendiği yerde kalıverdi bu sözler. Ancak net bir şekilde ortada olan bir doğru var ki gerek doğrudan COVID-19’dan ya da hastalığın korunma-tedavi süreçlerindeki olumsuzluklardan (teste ulaşım, hastaneye ulaşım, tedavi ortamı vs.) gerekse salgının diğer dolaylı etkilerinden (diğer hastalıkların tedavisinden ekonomik yıkıma yoksulluğun derinleşmesine dek) etkilenen emekçiler, çalışan çalışmak zorunda olanlar, yoksullar ve yoksunlardır. Aslında yukarıda dile getirdiğim insan olma koşulu nedeniyle sürecin varoluşsal kazananı da onlar olacaktır. Ve ne yazık ki “bilim insanları” için bu durum anlaşılmaz olarak kalacaktır.
Bir diğer sorun ise “bilim insanlarının” örnek olsun, salgının etkilediği sınıflar üzerine herhangi bir açıklama ya da “araştırma” yapmamalarıdır. Ancak pandemi ile ilgili araştırmalara bakanlık tarafından onay verilmediğini, yasaklandığını biliyoruz. (Kaldı ki bu yasak aşılsa bile kanal kanal gezip konuşmaktan araştırmaya vakit ayırmaları oldukça zor görülüyor.) Bu yasak bir sorundur, ancak eşdeğer bir sorun da “bilimsel araştırmanın” yasak olduğu “mekânlarda” “bilim insanlarının” -buna muhalifler/solcu olanlarda dahil- ne aradıklarıdır. Umarım aradıklarını bulurlar ve muhalifliği ve solculuğu, yerlerini onurla temsil edecek kişilere bırakırlar. Bırakırlar mı, hiç zannetmiyorum. Çünkü ülke “solcu” bilim insanının bir ego sorunu vardır. En demokrat olanıyla bile eğer bir akademik titriniz yoksa tartışamazsınız, hemen unvanlarına sığınıverirler. Bu sığınmanın adı “bilim insanlığıdır.”
Korku yarat(ma)
İnsanların pandemiden korunmasının yolunun onları korkutmaktan geçtiğini düşündüler. Ve tıpkı diğer “önerilerinde” olduğu kanıtı olmayan korkutucu bilgilerle bir dezenformasyona zemin hazırladılar. Bir taraftan bakanlığın gerçek olmayan sayıları -burada da muhaliflik oynayanların vebali büyük; orada olarak bu duruma meşruluk kazandırdılar ve sonra bizim de haberimiz yoktu diyerek sorumluluktan kaçmaya çalıştılar- diğer taraftan kanıtsız öneriler, dayatmalarla tam bir bulanıklık yarattılar. İstedikleri sanırım buydu, özür kabul edilmez! Burada ilk örnek olarak beslenme önerilerini vermek isterim, halkın ne kadarlık yüzdesi bağışıklık sistemini güçlendirecek gıdalara ulaşabiliyor. Halkın %20’sinin açlık sınırının altında yaşadığını anımsatalım, bu da yarı resmi rakamlar. “Bilim insanlarının” gerçeklikten kopuk önerileri, küstahlık ve kibir de içeriyor… İkinci örneğimiz tıptan olsun, COVID-19’un gücü, inflüenzaya göre ölüm oranlarının aynı oturumda dahi 100 kat daha fazla ya da 5 kat daha fazla olduğu söylenmedi mi? İşte az önce dediğimiz gibi araştırmadan muaf muhalif sol bilim insanlığı tercüme odasına hapsedilmiş durumda. O gün ne okuduysa onu anlatıyor, ertesi gün ise dün dedikleriyle çelişip çelişmediğine bakmadan o gün okuduğunu. Bu yaklaşımların bir bütün olarak insanı hiçleyen komplo teorilerine de zemin hazırladığını düşünebiliriz.
Yazının ilk bölümü için tıklayınız: https://yeniyasamgazetesi6.com/orada-olmak-ya-da-bilim-insani-olmak/