Suzan Demir/İstanbul
Sakin bir uzay hikâyesi olan ‘Yıldızlara Doğru’ , Baba-oğul arasındaki ilişkiyi ve bunun için çıkılan yolu anlatırken Brad Pitt oyunculuğu öne çıkıyor
Franz Kafka, babası Hermann Kafka’ya “Fakat çocukluğumda söylediğin her şey benim için Tanrı’dan gelen bir vahiy gibiydi” der. Babaya Mektup’ta babası ile ilgili birçok karmaşık duygusunu dile getirir yazar: Öfke, sevgi, bağlılık ve kopuş… Kafka’nın babasına hiç göndermediği bu mektup, baba- oğul arasındaki çatışmayı yavaş yavaş varoluşsal bir kriz çerçevesinde örer…
Filmin yıldızı Brad Pitt
Yönetmen James Gray de “Ad Astra” yani ‘Yıldızlara Doğru’da da baba-oğul arasındaki bağ ve kopuşu anlatıyor. Bilindik uzay, bilimkurgu filmlerinden farklı olan “Yıldızlara Doğru”, bitmeyen bir yolun, tükenmişliğin ve koca bir galakside hissedilen yalnızlığın öyküsü. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan ve Altın Aslan için yarışan ‘Yıldızlara Doğru’nun deyim yerindeyse yıldızı Brad Pitt. Bu yıl Hem Tarantino’nun son filmi ‘Bir Zamanlar Hollywood’da hem de ‘Yıldızlara Doğru’ ile adından söz ettiren Pitt, Oscar’ın En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde öne çıksa da kendi beyanlarına göre Oscar lobisinden uzak duruyor. Aslında Pitt’in son dönem bir yapımcı olarak el attığı filmlere bakarsak “Yıldızlara Doğru” da dâhil Amerikan bağımsız sinemasının seçkin örneklerine yol açıyor diyebiliriz. Kendisini sinemanın gerçek yörüngesine soktuğu düşünülürse Oscar lobisinden niye uzak durduğu da anlaşılabilir. Tabii ödülü alırsa ret de etmez sanıyoruz.
Bağlılık ve saplantı arasında
“Yıldızlara Doğru”, zamansız bir film. Klasik gelecek filmleri gibi karşımıza ilk olarak rakamlarla çıkmıyor. Ama uzay filmlerinin belli kalıplarını heybesine alıyor. Roy McBride (Brad Pitt), uzay mühendisi olarak çalışan bir teğmen. Babası Clifford McBride (Tommy Lee Jones) ise Mars’a, Jüpiter’e ve Neptün’e giden ilk astronotlardan ve bir ABD kahramanı. Bir çalışma ekibi ile 20 yıl önce gittiği Neptün görevinden ise dönememiş. Roy ise babasının izlerini takip edip onun gibi işine bağlı bir uzay mühendisi olmuş. Roy’un babası ile kurduğu ilk ilişki onun kaybolmasının ardından, adımlarına basarak ilerlemek olmuş. Roy’un Kafka’nın babasına atfettiği ‘her şey benim için Tanrı’dan gelen vahiy gibiydi’ tanımlamasına benzer bir ilişki. Roy’un Kafka’dan farkı ise babasından ayrı büyüdüğü için çatışma yönlü bir ilişki geliştirmemiş olması. Roy’unki daha çok saplantı ile bağlılık arasındaki ince çizgide. Babasının ABD kahramanı olduğu bir baba-oğul ilişkisinde Roy için eşitsiz bir denklem var. O Clifford McBride’ın gölgesinde, adımlarını takip etse de ilk başarısı onun “oğlu” olmak. O yüzden yaptığı her şey babası ile kıyaslanacak. Aslında film bu tarafa çok eğilmiyor ama asıl baba- oğul arasındaki bağlılık ya da saplantı burada başlıyor. Ve Roy bir gün babasının ‘yaşıyor olma ihtimali’ ile karşı karşıya kalıyor. Gizli bir görev ile babasına mesaj göndermek üzere Ay’a oradan Mars’a ve Neptün’e doğru yola çıkıyor. Babasına mesaj göndermesinin sebebi ise Dünya’ya çarpan ve birçok ölüme, yıkıma sebep olan elektrik akımlarının Neptün’den ve babasının projesinden geliyor olması. Bu mesajla baba McBride ikna edilecek ya da imha edilecektir.
İnatçı bir yol hikâyesi
Filmin asıl alamet-i farikası ise yol. Çıkılan yolun sonu, amacı, amaçsızlığı, tükenişi ve yalnızlığı… Yönetmen Gray önceki filmi Kayıp Şehir Z’de de bir yol hikâyesi anlatıyordu. İngiliz kâşif Percy Fawcett’i anlattığı filmde, Amazon Ormanları’ndaki kayıp şehri arayan ya da bir ütopyanın peşinden koşan bir karakter çiziyordu. Kâşifin aradığı şeyin izi ise insanlardan çok uzaktaydı… Baba McBride’ın çıktığı yolculuk da buna benziyor. Yeni ve akıllı bir yaşam formu bulabilmek için şimdiki koşullarda gidilemeyen, en uzak gezegenlerden biri olan Neptün’e kadar süren ve inatla devam eden bir yolculuk. Roy’un yolculuğu ise hem ulusal hem de kendi kahramanı olan babasının hakikatlerini öğrendiği bir süreç oluyor. Baba- oğul McBride’lar çıktıkları yolda göbek bağlarını bir şekilde samanyoluna bırakıyor…
Galaksinin geri kalanı…
“Yıldızlara Doğru”, uzaydaki o çaresizliği, baba-oğul arasındaki bağ ile birleştirip sakin bir bilimkurguya imza atıyor. Yer yer gişe kaygısı ya da filmin temposunu yükseltmek için aksiyona başvursa da bu tür filmler arasındaki yerini hayli güzel bir şekilde sağlıyor. Bağ, sevgi gibi kavramları sorgularken ‘bizim bizden başka kimsemiz yok’ söylemi üzerinde fazlaca durması kulak tırmalasa da filmin dramatik yapısı içerisinde çok da sırıtmıyor. Çok büyük çoğunluğunu Roy’un dış sesiyle izlediğimiz film Brad Pitt’in oyunculuğu, görsel planı ile de çaresizlik ve tükenmişlik hissini canlı tutuyor. Öte yandan Ay’a kurulan AVM’lerin olduğu ‘Yıldızlara Doğru’da filmin sonundaki ‘eve dönme’ fikrinin baskınlığı; henüz zapt edilememiş Neptün’ün ve belki de galaksinin geri kalanının huzuru için yapılmış bir vurgu gibi duruyor…