Christopher Nolan’ın merakla beklenen filmi Oppenheimer tartışılıyor. Nolan, sinematografik açısından oldukça başarılı bir film kotarsa da tarihe cesur yaklaşmadığı için bizi hakikate ulaştırmamıştır
Selman Çiçek
Christopher Nolan’ın merakla beklenen filmi Oppenheimer’ı bir solukta izleyenlerdenim. Filmi nasıl bir çırpıda izlemek mümkün değilse bu filmi bir çırpıda anlatmakta mümkün değil. Film, bize ne anlatıyor ya da biz filmden ne anlıyoruz? Dünyayı daha kötü bir yer haline getiren bir bilim insanının vicdan azabına mı aldanacağız yoksa egemen sistem kapitalizmin, sosyalizm korkusundan dolayı yarattığı tahribatlara mı odaklanacağız? Ya da işi biraz daha magazinsel kılıp, Amerikan emperyalizmi savunucularının kendi aralarındaki iktidar savaşını mı konuşacağız? Nereden bakarsanız bakın, sonuç aynı. Yani tutarsızlık… Her ihtimalin tek bir sonucu var; korkular, korku imparatorluğuna dönüşüyor, bu da insanlığa yaşanmaz bir dünya bırakıyor.
Yaşamın temeli olasılıklar
Filmi okumak ve anlatmak, tıpkı filmin çıkış noktası olan kuantum fiziği gibi… Hiçbir şey siyah ya da beyaz değildir. Bir şeyi anlatmak için milyonlarca olasılık var. Ve o olasılıklar, yaşamın temel kaynağıdır. 3 saat süren film, Nolan’ın diğer filmlerine benzemiyor. Kendi tarzının dışına çıkmadan ancak daha serüven dolu bir hikaye yerine, bir bilim insanının hikayesini izliyoruz. Yer yer sıkıcı, yer yer sürükleyici… Üç saatlik bir serüvende, filme hakim olmak ise oldukça zor. Öncelikle; bu hakimiyete sahip olmak için Nolan filmlerinin iyi bir takipçisi olmalı ve Nolan’ın sürprizlerine hakim olmalısınız. Bir diğer bilmeniz gereken konu ise, kuantum fiziğidir. Eğer, bu alana meraklıysanız; bu film sizin için doğru bir adres. Ancak; bu iki konuda hakimiyetiniz yoksa film bazı noktalarda oldukça zorlar ve sizi rahatsız eder.
Hangi paradigmadan bakmalı?
Bu filme ne kapitalizm eleştirisi olarak bakmak ne de bir bilim insanının ahlaki sorgulamaları açısından bakmak bizi doğruya götürür. Bu iki inceleme de bizi yanlışa götürür. Bu filme, tam da Demokratik Modernite paradigması ile bakmak bizi hakikate ulaştıracaktır. Yoksa diğer yol ve yöntemler, bizi sadece hakikatin bir parçası olan doğrulara götürür. Kapitalizm eleştirisi de doğrudur, vicdani sorgulamalar da doğrudur. Ama ikisi de hakikat değildir. Hakikat bir bütündür ve parçalanmaz. Bizler de bu bütüne ulaşmak için doğru yol ve yöntemi bulmalıyız. Doğru yöntem bizi hakikate götürecektir. Bu nedenle yöntemimiz Demokratik Modernite bakış açısı olmalıdır.
Ahlaki olan neydi?
Kant, ödev ahlakının dışında bir de toplumsal ahlaktan bahseder. Bunun en basit örneklerinden birisi de savaş esnasında insan öldürmektir. Savaş ortamında insan öldürmek, toplumsal bir ahlak anlayışının desteğindedir. Peki, Oppenheimer böyle bir ahlaka mı sahipti? Film boyunca, Oppenheimer’ın önce göklere yükseltilmesini izliyoruz, sonra o yükseklerden düştükten sonra yaşadığı vicdan azabına muazzam bir anlatışla tanık oluyoruz. Oppenheimer, dünyada savaşı bitirmek için insanlığa korkunç bir silah armağan ediyor. Bu silah atom bombasıdır. Burada yapılan Prometheus göndermesi önemli, ancak buraya gelmeden önce ahlaki olan neydi? Ona bakmak gerek.
Ahlaki değerden yoksun
Kapitalist toplumun doğuşu ile birlikte, erkek egemen sınıfın, toplumun asıl yaratıcıları olan kadınlardan bilgeliği çaldıktan sonra, bilgeliğin eksik bir parçasını unuttular. Tıpkı Pandora’nın Kutusu gibi. Pandora’nın Kutusu açıldıktan sonra dünyaya kötülük saçılırken o kutuda sadece umut kalmıştı. Erk zihniyet, bilgeliği çalarken ahlakı unutmuştur. O günden bugüne gelen her bilimsel çalışma, ahlaktan yoksun olmuştur. Her bilim insanının çekmecesinde mutlaka olması gereken ahlaki değer, maalesef kaybolmuştur. Dinamit bulunurken bir silaha dönüşmüştür, atom bombası, savaşın bitirilmesi için yapılırken ahlaki değerler bir kenara atılmıştır. Asla masum değildir. O yüzden, Oppenheimer’ın vicdan sorgulamalarında bu değeri göremiyoruz. Vicdan azabı insanı masum yapmaz, ki Oppenheimer’ı da yapmamıştır. Oppenheimer, erk zihniyetin bir parçasıdır, ve bu parça ile birlikte hareket etmiştir, yaşadığı azap ise hiçbir zaman hakikat sınırlarında olmamıştır. Oppenheimer’ı atom bombasını yapmaya iten, dünyada böylesi büyük bir savaşı bitirmek değil, Heisenberg ile girdiği hırs mücadelesidir. Özetle, Oppenheimer’ın mücadelesi toplumsal değil özneldir, erk zihniyetinin çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir.
Oppenheimer’ın ciğerleri…
Ünlü bir Titan olan Prometheus ateşi çalıp insanlığa armağan eder ve sonucunda da ebedi bir cezaya çarptırılır. Kafkas dağlarında bir kayaya zincirliyken, Tanrıların görevlendirdiği kartal her gün aynı saatte Prometheus’un karaciğerini yemektedir ve yenen karaciğer her gün yenilenmektedir. Bu da sonsuz bir işkence demektir. Atom bombasının babası olarak tanınmak, henüz sonuçlarına vakıf olmamışken büyük bir bilim insanı unvanı sağlayabilir, çünkü ahlaki değerlerden yoksun yapılan bir bilim, asla insanlığa hizmet etmemiştir. Buluşunuz, sizi bir süreliğine Olimpos’un zirvesine taşıyabilir; ancak sizi dün elleriyle göklere çıkaranlar bugün yerin dibine gömebilirler. Ve biz film boyunca bu gömmeyi izliyoruz. Kurgusal olarak oluşturulan sorgulama salonlarında, Oppenheimer’ın ciğerlerinin yiyişini izliyoruz.
Hakikatimiz ahlaki değerdir
Kısacası, hakikatimiz ahlaki değerdir. Ahlak bir toplumun çimentosudur. Ahlaki olmayan bir toplum, başı kesilen tavuk gibidir. Ahlaktan yoksun bir bilim de, başı kesilmiş bir tavuk gibidir. Oradan oraya savrulur. İnsanlık için denilse de savrula savrula insanlığa zarar verir.
ABD tarihi toplum karşıtıdır
Film sadece, Oppenheimer’ın vicdani sorgulamalarını konu almıyor. Dönemin Amerika’sı, komünist tehditler paranoyası, bilim insanlarının tarihi duruşları, savaş gerçekliğini de dert etmiş kendisine… Buradaki hikayede yer yer Nolan’ı eleştirmek mümkün. Özellikle atom bombasının test edildiği yerde elde edilen başarı sonrası ABD bayrağının gururla dalgalanması, asla bir gurur olmamıştır, insanlık için bir utanç olmuştur. Hikaye boyunca atom bombasının yapılışının, komünizm tehlikesi ile bağdaş kurması eleştiri konusudur. Oysa başta ABD emperyalizmi olmak üzere birçok emperyalist güç, her zaman demokratik toplum karşıtı olmuştur. Demokratik toplumun en küçük öznelerine bile savaş açmış, onu yok etme arzusu ile hareket etmiştir. Bunun adı zaman zaman komünizm olmuş, zaman zaman demokratik uluslar olmuş, zaman zaman özgür düşünceler olmuştur. Çünkü ABD tarihi, erk zihniyetinin devamı olmuştur, demokratik toplum karşıtı olarak kendini var etmiştir. Oppenheimer’ı atom bombasına götüren süreci, sadece komünizm tehlikesi ile açıklamak gerçekçi olmamıştır. Bizi hakikate götürmüyor. Hakikat, ABD tarihi, toplum karşıtıdır, demokratik toplumun bütün öznelerini yok etme üzerine inşa edilmiştir.
Nolan hakikate götürememiştir
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaları, diyaloglarla anlatmak mümkün değildir. Nolan, bunu diyaloglarla üç saate sığdırsa da bizi hakikate götürmemiştir. Sadece var olan doğruların kıyılarında gezdirmiştir. Nolan, cesur davranmamış, ABD emperyalizmini eleştirmemiş, ortada durmuştur. Neden-sonuç ilişkisi içerisinde boğulup kalmıştır. Eğer bombayı Almanlar ya da sosyalistler bulsaydı ne olurdu? ABD de Almanya da egemen güç olmak için insanlığı katletmiştir. Bu gücün en büyük kurbanı Hiroşima ve Nagazaki’de yaşayan insanlardır.
Werner Heisenberg’in atom bombası yapımını bulduğu ancak Nazi Almanya’sıyla paylaşmadığı yönündeki bilgilerin ne kadar doğru olduğu bilinmez. Ancak, Heisenberg’in de durduğu nokta yanlış. Çünkü, onun da çekmecesinde ahlak eksikti. Belki de Heisenberg, Oppenheimer’dan daha masum kalmıştır. Ancak, Adorno’nun dediği gibi yanlış hayat doğru yaşanmaz. Heisenberg’ın çekmecesindeki eksik ahlaki değer de doğru bir hayatı yaşatmayacaktı bize.