Dindar, kindar ve iktidarına itaatkâr nesiller yetiştirmekte kararlı olan AKP, son üç yıldır LGBTİ+ hareketi on altı yıldır haziranın son haftasında örgütlenen Onur Yürüyüşlerini yasaklıyor. Bir tür İslami faşizmini kurumsallaştırırken LGBTİ+ bireylerin en kolay hedef alınan kesimi olan translara yönelik şiddeti kışkırtıyor, kolluyor ve trans cinayetlerini meşrulaştırıyor. Bu yılki Onur Yürüyüşü de tüm engellemelere rağmen “sınır” temasıyla “kimliklerimizin, yönelimlerimizin, varoluş biçimlerimizin sınırlandırılmasını kabul etmediğimizi söylüyoruz” diyen LGBTİ+ hareketin, yasakları aşan eylem tarzıyla gerçekleştirildi. Erkek egemenliğinin ayrılmaz parçası heteroseksizm dini referanslarla güçlenirken bütün özgürlük hareketleri gibi LGBTİ+ hareket de direniyor ve homofobik devletin sınırlarını tanımıyor.
Aile bakanlığı sorunu…
Anne olmayan kadını yarım kadın sayan iktidar, 2011 seçimlerinden kısa bir süre önce kadın ve aile bakanlığının adından kadını, politikalarından ise kadınları korumayı ve güçlendirmeyi çıkardı. O gün bugündür her adımda kadınları aile içine hapsetmeye ve erkeklerin ev içindeki denetimini güçlendirmeye yönelik politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor. Üç beş çocuk baskısını takip eden kürtajı ve sezaryenle doğumu yasaklama/ sınırlandırma girişimlerini boşanmayı zorlaştırma ve nafaka hakkını kullanılmaz kılma hedefi takip ediyor.
Aileyi koruma politikalarında Diyanet’e verilen rol bizzat evlendirme yetkisinin müftülüklere devriyle tamamlandı. Kadınların boşanmak istediklerinde arabuluculuk sistemiyle vazgeçmeye zorlanmaları, ev içindeki erkek şiddeti konusunda Aile ve Dini Rehberlik Büroları’nın yetkilendirilmesi, kadınların sahip olması gereken sosyal hakların Diyanet denetiminde ailelere yönelik sosyal yardım olarak tanımlanması, bir bütün halinde evdeki hayata ilişkin politikaların dini referanslı kararlara hapsedilmesi anlamına geliyor. Kuşkusuz kadınların özgürlük mücadelesi açısından mesele, erkekleri ve evdeki erkek iktidarını korumakla görevli aile bakanlığının kaldırılması değil. AKP, ev içindeki hayatı tümüyle dini referanslarla şekillendirmeye çalışırken kadınların ev dışında var oluşunu da ücretli çalışmayla sınırlayarak çalışma bakanlığını sorumlu kılıyor. Böylece kadınları sadece ailenin bir parçası olduğunda vatandaşı kabul eden AKP politikaları, aileye-ev içine ait her şeyi de seküler politikanın alanından dışlayarak dini kurumlara havale ediyor. Yani doğrudan kadınların medeni yasayla elde ettikleri hakları ortadan kaldırdığını söylemese de aile/ev içindeki ilişkilerin düzenlenmesinde dini kurumları yetkilendirerek seküler medeni yasayı da fiilen işlevsizleştiriyor.
‘Çalışmayan’ genç kadınlar…
Avrupa Birliği istatistik kurumu EUROSTAT’ın genç nüfusa ilişkin yeni araştırma sonuçları haber sitelerinde yayımlandı. Türkiye’de 18-24 yaş arası genç kadınların ne çalıştığı ne de eğitim gördüğü, başlıklara çıktı. Sadece anaakımda değil sol, muhalif, bağımsız haber sitelerinde de haber aynı başlıkla verildi. Türkiye’de feminist hareketin on yıllardır ev içindeki karşılıksız kadın emeğinin görünür olması için verdiği mücadele de, son yıllarda çokça popüler olan toplumsal cinsiyet odaklı habercilik yaklaşımları da bu haberin verilişindeki cinsiyetçiliğin önünü kesemedi. “Çalışmadığı” iddia edilen genç kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emek hep olduğu gibi görünmez kaldı. Genç kadınlar, kuşkusuz, AKP iktidarının önceliği erkeklere vermesi nedeniyle ücretli istihdamdan dışlanıyor. Ancak ücretli istihdama katılma olanağı bulamayan, evdeki erkekler tarafından okula gitmesi ya da ev dışında ücretli çalışması engellenen kadınların “çalışmadığı” vargısı, bilimsel istatistiklerin değil erkek egemenliğinin sonucu. Türkiye’de hâlâ, gelir yetersizliğiyle birleşen erkek egemenliği öncelikle kız çocuklarının/genç kadınların eğitimine son verilmesine neden oluyor. Kadınlara biçilen rolün annelikle sınırlanması yine genç kadınların yükseköğrenim görmesini, erkeklerin kararlarıyla gereksiz kılıyor ve aynı yaklaşım ücretli, ev dışında istihdama katılmak söz konusu olduğunda da geçerliliğini koruyor. Peki, bu genç kadınlar evde boş boş oturuyor mu? Evde ailenin aslında erkeklerin hizmetinde saatlerce ev işi yapıyorlar, küçük kardeşlere bakıyorlar, gelecekte mahpusu olacakları aile evi için piyasada binlerce liraya satılan el işlerini çeyiz olarak yapıyorlar ve çoğu zaman da, ailenin geçimine katkıda bulunmak için evde parça başı, kayıt dışı, düşük ücretli, güvencesiz istihdamın bir parçası oluyorlar. Ancak bu işlerin hiçbiri çalışmaktan sayılmıyor ve hala (erkek) istatistikler ile (erkek) haber yorumlarda kendilerini “çalışmayan kadın” olarak tanımlanmış buluyorlar.
Flormar ve dayanışma…
Flormar’da sendikalaştıkları için işten çıkarılan çoğu kadın yüz yirmi işçinin direnişi sürüyor. Flormar yüzde yirmi bir pazar payıyla Türkiye’nin en büyük kozmetik firması. Aynı sermaye grubunun firması olan Yves Rocher ise Fransa’nın bir numaralı bitkisel kozmetik markası olarak reklamını yapıyor. Yves Rocher bitkisel ürünleriyle hem kadınlara hem de ekolojiye dost olduğunun altını çiziyor. Kadınları düşük ücretlerle, sağlıksız koşullarda, kullanılan kimyasallara karşı gerekli önlemleri almadan, bir istihdam politikası olarak sürekli mobbing altında, uzun saatler boyunca çalıştırarak elde ettikleri kârları gizleyerek, “orman dostu” ambalajlarının reklamını yapıyorlar. Sermayenin reklam amaçlı ekoloji dostluğunun emekçi dostu olmayı gerektirmediğini Flormar işçilerinin direnişi boyunca gördük. Bütün bu reklamların- sosyal sorumluluk projelerinin bedelinin bugün direnen Flormar işçilerinden çalındığı artık açıkça ortaya çıktı. Gebze’de Flormar işçisi kadınların direnişlerindeki coşkulu sese kadın hareketi ve feministler ses verdi. Direniş yeri ziyaretleri, sosyal medya eylemleri, tüketim boykotu ve Flormar mağazaları önündeki protestolar işçilerin mücadelesinin görünür olmasına mümkün olduğunca katkıda bulunmak amaçlıydı. 3 Temmuz Salı günü direnişin 50. gününde Kadıköy Bahariye’deki Yves Rocher mağazası önünde Yoğurtçu Kadın Forumu’nun çağrısıyla gerçekleştirilen kadın eylemi ise dayanışmayı ve mücadeleyi bir üst aşamaya taşıdı. Flormar direnen işçilerin taleplerine cevap vermedikçe sınıf ve kadın dayanışması da devam edecek.
Hülya Osmanağaoğlu – Mor Çerçeve