Belki görmüşsünüzdür, gazetemizin önceki günkü manşeti, Ankara Katliamı’yla ilgili bir tazminat davasıyla ilgiliydi. Görmeyenler için kısa özet geçilebilir. Katliam sırasında 16 yaşında olan ve orada yaralanan bir çocukla ilgili devlete yönelik açılan bir tazminat davasında, mahkeme maddi tazminatı reddediyor, ıkına sıkına da olsa manevi tazminatı kabul ediyor. Fakat bu arada, hakimlerden biri, gerekçeli karara karşı oy yazısı düşüyor. Tam olarak şöyle diyor üye hakim şerhinde: “1999 doğumlu olup olay tarihinde reşit olmayan davacının, herhangi bir olay yaşanmasa dahi bir çocuk için başlı başına birçok tehlikeler barındıran binlerce kişinin katıldığı bir mitinge götürülmesi ve bu miting sırasında meydana gelen terör olayında manevi olarak zarar görmesinde, davalı idarenin değil öncelikle ve evleviyetle davacının anne ve babasının kusurlu olduğu; bu nedenle davanın manevi tazminat açısından da reddi gerektiği görüşü ile aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.”
Güzel değil mi?
Bir hâkim, bize diyor ki, akıllı olun, çocuklarınızı evden çıkarmayın! Bunu bir miting için diyor ama bu mantık, örneğin Ağrı’da katledilen Leyla’nın babasına bile “sahip çıksana çocuğuna” diye fırça atabilir; Çorlu treninde ölenlere de aynı şeyi söyleyebilir. Çocuk sana ait çünkü. Sen, camdan burnunu dışarıya uzatıp bir barış mitinginde ya da sokakta, trende, vb. tehlike olup olmadığını sezmek, ona göre davranmak zorundasın.
10 Ekim mitingi neydi? Bir korsan gösteri mi? Silahlı bir eylem mi?
Devletten resmen izin alınarak düzenlenen bir miting var, insanlar geliyorlar, devletin varsayılan görevi mitinge katılanların güvenliğini sağlamak filan… Sonra, aynı devletin ta Antep’ten beri izlediği ve hiç dokunmadığı bazı adamlar gelip ortalığı kana buluyor. Ve üye hâkim, yasal bir mitingi “bir çocuk için başlı başına birçok tehlikeler barındıran” bir olay olarak tanımlıyor! Daha Türkçe söyleyelim: Bize diyor ki, burası Türkiye! Burada herhangi bir miting her an kana bulanabilir, sokağa çıkıp demokratik eylem yapmak, çok tehlikelidir ve sen çocuğunu eve kilitle, hatta mümkünse kendin de yerinden kımıldama! Çünkü aslında miting sırasında o etrafınızdaki lacivert üniformalı adamlar, sizi ve çocuğunuzu korumak zorunda değildir; başınızın çaresine bakın, daha doğrusu başınızı kuma filan sokun, oradan da hiç çıkarmayın!
Peki, anahtar sözcük ne?
Evleviyet… “Öncelik” kelimesiyle yetinmiyor şerhçi hâkim ve özellikle bu kelimeyi kullanıyor. Kelimenin sözlükte yine ‘öncelik’ ya da ‘haydi haydi geçerli olmak’ gibi bir anlamı var aslında ama hukukta bir ilkeye denk düşüyor. ‘Evleviyet’ özetle, “Bir kanun hükmünün düzenlediği durumun önceliğinde kalan olaylara uygulanması” demek. Yani, belirli bir eylem, davranış veya ilişki hakkındaki kanun hükmünü, bunlara çok benzeyen fakat kanunda düzenlenmemiş bulunan (hakkında hüküm bulunmayan) bir eylem, davranış veya ilişkiye uygulamak oluyor. Ya da şöyle: Bir konu için verilmiş hüküm, ilgili şeyin daha çoğu ya da azı için de geçerlidir; yaralamak yasaksa öldürmek haydi haydi yasaktır, çimlere basmak yasaksa oturmak zaten yasaktır, vb.
Kısacası hakim, bize, “Tamam” diyor, “bomba patlamış, anladık, bu bir vaka ama ondan öncesinde sen, çocuğunu yasal (ama çok tehlikeli!) bir mitinge götürerek başına bela arıyorsun! Onlar bomba patlatmışsa, sen de çocuğunu bombanın olduğu yere götürmüşsün!”
Öyleyse? Öyleyse, devletten değil kendinden hesap sor, tazminat filan da yok, kendin ettin kendin buldun!
Yeterince açık mı? Açık!
Ama bir şey daha var bu arada. Bu ‘evleviyet’ lafı tehlikeli bir laf; tersine de dönüşebilir. Adama derler ki o zaman, Gar’ın önünde bomba patlatmak suçsa, bu işi yapanları santim santim izleyip engellememek haydi haydi suçtur. Ankara’da yüzden fazla insanı katletmek suçsa, 1 Mayıs 1977’de otuz dört kişiyi öldürmek haydi haydi suçtur. 77’de katliam suçsa 6-7 Eylül’ün önünü açmak da haydi haydi suçtur ve en önemlisi bütün bunların sorumlularını cezalandırmamak suçların ağababasıdır!
***
Katliam sanıklarından Yakup Şahin mahkemede polislerin kendisine gülerek ‘elinize sağlık ama birkaç çocuk ölmüş’ dediğini anlatmıştı ya hani, onlardan biri de 9 yaşındaki Veysel Atılgan’dı, hatırlıyor musunuz? O gün parçalandı küçük gövdesi Veysel’in…
Ne kötü değil mi? Babasına bir ‘evleviyet’ şerhi bile yazamıyoruz şurada. “Eyyy, İbrahim Atılgan, niye getirdin o çocuğu oraya” diyemiyoruz.
Aynı gün Batman’da yan yana gömüldü çünkü onlar. Baba ve oğul…
Ne kötü değil mi?