Dünya çok eski. Bu yüzden herkesi çarçabuk eskitiyor hem de hatırlanmayacak kadar. Dünya zalim bir yer değil, zalimlerin hükmettiği bir yer. İhbar edilmiş bir geleceğin vaat edebileceği hiçbir şey yok. Yok, ağır bir ok gibi yürekte ve hep bir şeyleri hatırlatıyor. İnsanı teşvik edip yüzüstü bırakıyor. Bırakılan insan, bırakmanın peşini bırakamıyor.
Havada kibirler uçuşuyor ve yeni yalanlar kök veriyor. Çürüyen toprak, her şeyi ve herkesi kabul ediyor artık. Eskiden olan, eskide kalıyor ama eskimiyor. Lanetli bir tirat gibi insanın kulağında yankılanıyor, diline geliyor, gördüğüne yetişiyor ama yetmiyor. Yetmemek hırpalayan bir kederi taşıtıyor. Yakıştırmalar artık yaklaşmıyor, süratle uzaklaşıyor.
Tanımakla başlıyordu birçok şey, sonra yabancılaşmayla birbirinden ayrılıyordu her şey. Kadim bir sözleşme, kutsal bir ezber herkese hükmediyor hâlâ. Başlangıç neredeydi ve nedendi bilinmez, son nerede ve neden olacak, o da kestirilmez. Öyle görünüyor, gösteriyor belki de, bilmiyoruz. Bu bilmemek herkese iyi geliyor.
Yavaş yavaş dibe çöken pişmanlıklar, yüzeyde dolanan kederler, yuvarlanan taşlar, yalnız ağaçlar, renk değiştiren dalgalar; denilir ki insanın arkasında ya bir deniz ya da bir dağ olmalı. Rüzgârın sürüklediği, bazı şeylerin yerini değiştirdiği bir mevsim gelmeli buraya. Herkesin gıptayla izlediği, merakla beklediği, acizce baktığı ama illa ki gelmesini istediği.
İnsan isteyendir, istediğine sürüklenendir. Geride kalanlar, geride bırakılanlar bir ezadır iç deryada ve herkesin bir sırrıdır. Benzetmelerin günahı yok, benzemenin cezası yok. İnsan terk edildiğinden beridir suç da ödül de burada bıçak çekiyor dünyaya, bir de rüyalara. Faydasını kaybetmiş miraslar ve tedbirler buralarda sadece ismiyle anılıyor.
Muğlak yarınların muhatabı olmaz. Mahcup günlerin getireceği ne varsa en başından beri mağluptur. Uzaklara bakmak, oralara dalıp gitmeyi tasarlamak hep tasadandır ve insanın yasasız yasıdır. Önceden olanlar sonradan olacakların en yakınında durandır. Kehanet gibi, bilinenlerin ifşa edilmesi misali her yerde meydan okuyor. Bu günler sorudur, yarınlar cevap vermeye mahkûm olandır.
İnsan zamanlar önce zamanlar keşfedip kendini oraya hapsedendir. Bilmek, bildiğinde boğulmak gerçektir ve bunun gerçeğini yalanlamak değil yaşamak herkese düşen bir felakettir. Kayda geçsin dediğimiz ne varsa kaybını tutup yanı başımıza bırakıyor. Bu gerçek, buraya acımadan bakıyor. Gördüklerimizde yitirdiğimiz, yitirirken gördüklerimiz aynı paranteze sığmıyor, sığmaz.
Her ihtimal bir doğruyu ve bir yanlışı bağrında saklıyor. Artık bir cürümdür bu çağ ve gittikçe çürüyor. Yıllar sırasını koyverip kayboluyor içimizde bir yerde. Yaralar izini unutup acısını bırakıyor dışımızda bir yere. Oralara pusulalar, tabelalar hatta haritalar gerekiyor. Gitmek bir efsaneydi, herkesin inandığı. Kalmak bir düştü, herkesin düştüğü. Her ihtimal ihlal edilmeye müstahaktır.
Unutmak dünyaya davranmaktır, hatırlamak dünyaya bela olmaktır. Müsamaha gösterilen her his hayata sızarak sızlatacağı bir yer buluyor. Birilerinden ya da kendinden kaçmak hiç kimse yapmıyor insanı. Kimin sesini haykırsak bakışlarını kaçırıyor. Unutmak utandırırdı, artık gönendiriyor.
Çarelerin ve dermanların intihar ettiği bir çağda kimin çağdaşı olduk da veba gibi yayılıyor yaşayamamak? Olanlar, olacakları çağırıyor. Olacaklar ayak diretse de gelecek bize, bizi götürmek için. Her şeyin bir nedeni kaldı bizde. Hayat isteyen hayallerimiz var elimizde, bir de hayal isteyen hayatlarımız. Beraberiz.
Haftanın kitap önerisi: Valeria Luiselli, Bana Sonunu Söyle / Çeviren: Seda Ersavcı, Siren Yayınları