Trump kazanınca etekleri zil çalanlar, şu sırada neye uğradıklarını şaşırmış vaziyetteler. CİA’nın başına, iç ve dış güvenlik, dışişleri ve İsrail Elçiliği’ne Trump’ın getireceği söylenen kişilerin isimleri ortaya dökülünce şaşkınlık paniğe dönüştü. Söz konusu isimlerin şiddetli birer İsrail yanlısı olduğu ve kimilerinin YPG’yi Ortadoğu’da İsrail’den sonra en yakın müttefik saydığı medyada konuşuluyor.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın özgünlüğü
Bu konuşulanlara dayanarak kesin sonuçlara varmak şimdilik mümkün değildir. Bu çağın dünya savaşı geçmiş dünya savaşlarıyla kıyaslanmaz ölçüde karmaşık şartlarda seyrediyor. Dünya son tahlilde iki küresel emperyalist kampa ayrılmış olsa da, sermayenin küreselleşmesi, geçmişe kıyasla devletlerin içindeki hakim sınıfların iç çelişkisini keskinleştiriyor. Çin’de devasa yatırım yapan Batılı tekeller, NATO’nun Çin’i baş düşman ilan etmesine uysalca ayak uydurmuyorlar. Rusya’nın enerji ve tahılı kimi Avrupalı devletleri tereddüde düşürüyor. İki dünya savaşında esamisi okunmayan Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya vs. devletleri bu savaşta bölgesel emperyalistler olarak, bağımsız değilse de özerk roller oynuyor.
Kapitalist dünyanın çok yönlü kronik krizi savaş sürecini büsbütün karmaşıklaştırıyor. Gazetemiz yazarlarından Kayserilioğlu’nun terimiyle söylersem, çok sayıda vektörün bileşkesi her taktik aşamada tahmini zor sonuçlar doğurma ihtimalini taşıyor.
Dünya savaşında Türkiye
Türk devletinin dış politikasında yaşanan ve ilk bakışta Erdoğan’ın “pragmatizmiyle” izah edilmeye çalışılan ve basitleştirilen U dönüşleri üçüncü dünya savaşının karmaşık süreci dışında ele alınamaz. Türkiye açısından bu karmaşık süreci Türkiye-Kürdistan savaşı olağanüstü ve belirleyici ölçüde etkiliyor. Türk devleti, savaşın bu yeni aşamasında, Ortadoğu’daki en büyük rakibi İran’a karşı zamansız ve hazırlıksız bir anda ABD’nin baskısıyla savaşa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya. Son dört yıl boyunca, böyle bir Türk-İran karşıtlığından önce, iki cephede savaşmak zorunda kalmamak için, Kürt özgürlük hareketini yok etme amaçlı savaşta başarısızlığa uğramış olması ve şimdi de Trump’ın şüphe uyandıran kabinesinin muhtemel bileşimi Saray’ı paniğe sürüklemiş gibi görünüyor. Son bir ay boyunca Abdullah Öcalan ismi çevresinde birbiriyle çelişen adımlar ve gelişmeler bu paniği yansıtıyor.
İktidar yanlısı medyada yapılan spekülasyonlara göre, Türk devleti ABD ve İsrail’in PKK ile olası ittifakından korkuya kapılmıştır. Böyle bir ittifakla ilgili ortada hiçbir somut belirti olmamasına, tam tersine ABD’nin Başur’da PKK’ye karşı Türk devletini destekleyen tutumuna rağmen Türk devleti için böyle bir ihtimal hesap dışı tutulamaz. ABD’nin Rojava’daki askeri varlığı ve hem ABD’nin, hem de Rusya’nın muhtemel bir Türk işgaline karşı tehditvari uyarıları Saray rejimini yol ayrımına getirmiş bulunuyor. PYD sözcüleri, Türk devletinin Rojava’ya karşı bir askeri kara harekatı başlatma ihtimalini dile getirmektedirler.
O halde devleti korkutan ve ulusalcıları “PKK emperyalizmle ittifak yapacak” telaşına düşüren “ittifak sorunuyla” ilgili kişisel görüşlerimi yazayım:
Devleti ve emperyalist burjuvazisi olmayan ulus: Kürtler
Bu köşede Kürt özgürlük hareketinin devleti olmayan ve dört ülke tarafından sömürgeleştirilmiş topraklarda yaşamakta olan bir halk olduğunu defalarca yazdım. Hem devleti olmayan, hem de tüm tarihi boyunca hiçbir devlet tarafından savunulmayan bu halk son yarım yüzyılda kimsenin tahmin edemediği kazanımlar elde etti. Ve dünya savaşı koşullarında meydana gelen devletler arasındaki güç dengesinde savaşın sonucunu belirleyecek en belirleyici güçlerden biri haline geldi.
Şu anda bölgedeki bütün devletler doğrudan ya da dolaylı savaşın içindedir. Hepsi giderek daha net bir şekilde küresel güçlerden birinin tarafı oluyor ya da olmaya zorlanıyorlar. Devletler açısından bu iki küresel güç dışında “üçüncü yol”da yürümek imkansızdır. Çünkü hepsi aynı yolun yolcularıdır: Amaçları yeni paylaşım savaşında Ortadoğu pazarlarından bir küresel güce dayanarak pay kopartmaktır. Gerek küresel güçler, gerekse bölgesel emperyalist devletler savaşta üstün gelmek ve bu amaçlarına ulaşmak için jeostratejik konumundan ve elde ettiği yeni ve büyük kuvvetinden dolayı Kürt özgürlük hareketini kendi yanına kazanmak zorunluğu ile karşı karşıya gelmiştir.
Saldırgan ittifak ve savunma ittifakı
Devleti (ve o devlete egemen olan ve Ortadoğu pazarından pay kopartmaya çalışan tekelci kapitalist sınıfı) olmadığı için Kürt halkının dünya savaşından çıkarı yoktur. Tam tersine bu savaş onun varlığını tehdit etmektedir. O nedenle devletler arasındaki ittifaklar emperyalist ve bölgesel emperyalist ittifaklar olurken, Kürt özgürlük hareketinin yapacağı muhtemel ittifaklar “Anayurt savunmasını” amaçlayan ittifaklardır.
Emperyalist savaşta haklı olan taraf yoktur. Taraflar küresel emperyalist ve bölgesel emperyalist devletlerdir. Emperyalist olmayan tek güç devleti ve emperyalist burjuvazisi olmayan, o nedenle savaştan da çıkarı bulunmayan Kürt halkı ve onun politik güçleridir. Bu gücün etrafı birbirinin kanına susamış ve hepsi de Kürdistan’a egemen olmak isteyen devletlerle çevrilidir. O nedenle Kürt özgürlük hareketinin ittifak ilkesi, benim anladığıma göre “kim Kürdistan’ın ve Kürt halkının varlığına ve ulusal çıkarlarına saldırırsa ona karşı” ve “kim Kürdistan’ın ve Kürt halkının varlığını ve ulusal çıkarlarını tanırsa onunla birlikte” ilkesine dayanan “üçüncü yol” ilkesidir.
Bu ilke aynı zamanda tüm bölge halklarının ve dünya halklarının da hayati çıkarlarıyla örtüşmektedir. Çünkü Kürt özgürlük hareketi anayurt savunmasında kendisine hangi devlet saldırırsa saldırsın, o devlet sınırlarındaki halklarla kardeşleşme yolundan vazgeçmeyecektir. Bunu da özellikle Türkiye’de yarım yüzyıldır süren savaşa rağmen Türk-Kürt kardeşliğini güçlendiren siyasi pratiğiyle kanıtlamıştır. Bu durumda asıl stratejik ittifak savaşan devletlerin halklarıyla Kürt halkı arasında kurulacak olan ittifaktır. Araplar, Farslar, Türkler ve diğer bütün halklar için bu savaşta en güvenilir müttefik güç Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde mücadele eden Kürt halkıdır. Çünkü devleti ve emperyalist egemen burjuvazisi olmayan bu halk ve onun politik örgütleri bölgedeki en güçlü, örgütlü ve Öcalan ideolojisi nedeniyle biricik barış etkenidir.
Çözümden önce Kürt özgürlük hareketiyle ittifak
Başa dönerek şu soruyu soralım:
Kürt özgürlük hareketinin bu savaş sürecinde Türk devletine karşı şu ya da bu devletle ittifak kurduğuna dair spekülasyon yapan iktidar, böyle bir ittifaktan korkacağına ve bu harekete karşı savaşacağına;
Birincisi Kürt halkının ulusal çıkarlarına saldırmayacağını ilan ederek;
İkincisi Rojava’yı fiilen tanıyarak;
Üçüncüsü Rojava’daki ve Başur’daki askeri varlığını geri çekerek;
Dördüncüsü Bakur’daki kayyım darbesinden vazgeçerek;
Beşincisi ve en önemlisi Öcalan’ın özgürlüğünü sağlayarak, tüm Kürdistan ve Kürt halkıyla, onun örgütleriyle ittifak yolunu neden seçmiyor?
Bunun hiçbir inandırıcı ve akla uygun bir yanıtı yoktur. Dünya savaşı söz konusu değilken, Kürt sorununda çözümsüzlük politikasını ulus devlette tek millet amacıyla izah etmek milliyetçiler açısından mümkün olsa bile, Kürtlerle savaş yüzünden değil, dünya savaşı yüzünden ulus devlet olarak “beka” sorunuyla karşı karşıya olduğunuz zaman bu izahın hiçbir temeli yoktur.
Kürt sorununda çözüm süreciyle ilgili ortada en küçük bir gelişme yok. Ancak bu sorun çözülmeden önce Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi ve Kürdistan’ı kana boyanmaktan ve harabeye dönmekten kurtarmak başta Türk devletinin ve diğerlerinin Kürt özgürlük hareketiyle ittifak sorununu çözmesine bağlıdır ve bu da acil mesele olmuştur. Çünkü Kürt sorunu bu devletler ve Kürdistan varsa çözülebilir.
İsrail ve ABD korkusuyla kabus göreceğinize, Kürt özgürlük hareketiyle ittifak kurduğunuz gün, korkularınız sona erecektir.
Galiba Bahçeli böyle bir kabus görüyor, ama nedense hala ittifak yerine “teslim anlaşması” peşinde koşuyor. Oysa henüz yenen yenilen yok, savaş devam ediyor.
İzninizle Bahçeli’nin klibine nazire yapayım:
“Savaş kapıdadır. Söz konusu olan Türklerin, Arapların, Farsların ve Kürtlerin, tüm halkların anavatanlarıdır…”