Yaşar Aslan, Rengbêj isimli öyküsündeki aynı isimli karakterin, aslında tek bir karakter olmadığını, bir temsil olduğunu söylüyor: Uzun süreli halk mücadelemizde mücadelenin pek çok sahasında eşsiz fedakârlık örnekleri var. Bunu anlatmak, yazmak ve sergilemekte yetersiz kalıyoruz. Rengbêj öyküsünde biraz bunu yapmak, onu/onları anlatmak istedim.
Bedri Adanır
Adıyla bile dikkat çeken Rengbêj’deki öyküler, kelimenin tam anlamıyla bir anadiliyle yazılmış; sözcükleri, deyimleri, tekerlemeleri, atasözleri, isimleri hayatın içinden, tanıdık…
30 yıl 6 ayını Türkiye ve Kurdistan’daki değişik hapishanelerde geçiren Yaşar Aslan’la Luvi Yayınları’ndan çıkan öykü kitabını konuştuk.
- Neden ‘Rengbêj’ diye başlayalım mı? Rengbêj karakterinden biraz bahsedebilir misiniz? Etkileyici betimlemenize ek olarak başka neler söyleyebilirsiniz Rengbêj için?
Rengbêj içimizden biri… Fedakarlıkta, “Keşke canımdan başka verecek bir şeyim daha olsa,” diyenlerden. Mücadeleyle güzelleşenlerden, kendini direniş, savaşım ve mücadele içerisinde yaratanlardan… Mücadele eden insan güzelleşir ve öylesi insanlar da canı gönülden sevilir. Ürkek, korkak, cesaretsiz ve kendine güvensiz insan; mücadeleyle dile gelir, cesaret kazanır. İşte Rengbêj böyle bir hikâyenin karakteri…
Uzun süreli halk mücadelemizde mücadelenin pek çok sahasında eşsiz fedakârlık örnekleri var. Bunu anlatmak, yazmak ve sergilemekte yetersiz kalıyoruz. Rengbêj öyküsünde biraz bunu yapmak, onu/onları anlatmak istedim. Bunu anlatmakta da yetersiz kaldığımı biliyorum. Canla, başla mücadele eden, mütevazı, bunları görünür kılma derdi olmayan insanımız var. Onlardan ders almak gerekiyor. Çünkü günümüz sıradan toplum ilişkileri bireyci, çıkarcı vb. olumsuz örneklerle dolu. Oysa şairin dediği gibi, “karlı havalarda dövüşenler de var.”
Rengbêj, işte onların bir tarifi olarak ortaya çıktı. Onları ne dengbêj ne de renk, resim ustalığı anlatabilir, diye düşündüm; onlara en çok yakışan Rengbêj olurdu.
- Öykülerinizi kan, yaşam ve düşünce diye üç bölüme ayırmışsınız. Neden kan, yaşam ve düşünce?
Öykülerimi geniş bir zaman diliminde yazdım. On yılı aşkın bir sürede, değişik zamanlarda yazılan öyküler. Öyle benzer temada bir dosya olsun istemedim. O yüzden de bölüm isimleriyle tasnif etmek istedim.
Kan, yaşam ve düşünce iç içe örülü gerçekliğimizin anlatımı. Aynı gerçekliğin farklı isimlendirmesi. Gerçekliğimizin, yaşamımızın örnekleri. Elbette ilham kaynağım yaşadığım ülke ve halk gerçekliğidir.
- Kitapta gerçek hikayelerden mi esinlendiniz? Öyküler tanıdık, hayatın içinden çünkü… Bir de yer yer hicve rastlıyoruz öykülerinizde. Hiciv de yazıyor musunuz?
Elbette gerçek hikayelerdir, yaşadıklarımızdır. Öyle ki ‘Sêvê’ öyküsünde bir taciz olayı var; sosyolog bir arkadaşımız aile içi bir ensest olayını incelerken “Ben bunu duydum, biliyorum,” diyor. Sonra fark ediyor ki öyküden biliyor. Yani öyle hayatından içinden, tanıdık öyküler…
Kürtçe mahlaslardan bahsettiğim öykü ise bir hiciv: “Cafcaflı bir isim alınca, sanki güzel eserler veriliyormuş” havasında olan pek çok insan var, öyküde bu duruma ilişkin bir eleştiri getirme, düşündürme çabası var.
Aslında bunları söylemem doğru olmaz. Çünkü bir metin yazıldıktan sonra her okur kendince bir sonuç çıkarır, bir yoruma ulaşır. Kimi zaman yazanın bile düşünmediği, onun da ötesinde yorumların, değerlendirmelerin yapıldığı eserler var. Örneğin Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” eseri… Eser hakkında yapılan envaı çeşit yorumu okumuşsunuzdur. Oysa Beckett en iyi özetlemeyi 8-9 yaşlarındaki torununun yaptığını söyler: “Torunum iki kişi üçüncü kişiyi bekliyorlar ve gelmiyor demiş.”
- Öykülerinizde anlaşılır, sade Kürtçe (Kurmancî) dikkat çekiyor. Oysa bazı Kürtçe eserleri okumak okurlar açısından gerçekten zor olabiliyor. Sadeliği özellikle mi tercih ettiniz?
Dil; gerçekliği yansıtma, dile getirme aracından da öte benliğimizin, biz olmamızın kendisidir. Toplumumuzu, kendimizi anlatıyoruz. Konularımız evrensel de olsa bir kişiyi, gerçekliğini anlatırken onun dilini de yansıtmak gerekiyor. Dil; insanın kendisi, aynasıdır.
Kullandığım Kurmancî’nin yöresel olduğunun farkındayım ve bu bilinçli bir tercih… Daha önce de çeşitli vesilelerle anlatma fırsatı bulmuştum. Bir şeyin sade ve doğal olması anlatımı anlaşılır kılar. Kimi, neyi, nasıl anlatırsan anlat, onun şivesi, aksanı veya kültürel özelliklerini yansıtmak gerekiyor. Belki standart dilden, akademik Kürtçeden uzaklaşırsın veya başka bir anlatımla ona göre gitmezsin ama gördüğün, gerçeğin anlatımıdır. Gerçeklik er ya da geç sevilir, sevilerek okunur, anlaşılır.
Açıkçası gerçeğin doğal ve sade anlatımından vazgeçmemek gerektiğine inanıyorum. Bu yöntem şivelerimizi, aksanlarımızı yaşatır. Zengin dilimizin zenginliğini gözler önüne serer.
- Rengbêj dışında yayınlanmış Sergovend isimli bir çalışmanız da var. Sergovend’ten biraz bahsedebilir misiniz?
Sergovend kısa bir anma kitabı aslında. 2014 yılında Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’nde kalp krizinden yaşamını yitiren Aram Akyüz’ü anlatıyor.
Aram, ‘Rengbêj’lerden biri işte! Çok yönlü, çok duyarlı ve bir o kadar da değerli bir arkadaşımız (onu anlatan, yakın zamanda ‘Siwarê Çîrokên Zarokan – Aramê Rûspî’ adlı kitap Aram Yayınları’ndan çıktı).
İyileri, kahramanları anlatmak gerekiyor. Aslında ‘Sergovend’ kitabının taslağı Aram’ın ailesine gönderdiğim uzun bir mektuptu. Ailesi isteyince, onu tanıyan arkadaşlara da mektubu okuttum, onların düşüncelerini ve bazı anlatımlarını da ekleyerek kitabı yazdık. Taslağı okuyan arkadaşlardan biri ‘Rengbêj’de anlatılan Aram Akyüz mü?’ diye sormuştu. Evet, onun yaşam öyküsü de bir Rengbêj’in öyküsüdür. Bu yönüyle Rengbêj bir kişi değil, bir temsil, diyebilirim.
- Yeni çalışmalarınız var mı? Onlardan biraz söz edebilir misiniz?
Uzun süreli tutsaklığım boyunca hep okudum. İyi bir okuyucu, dinleyici ve gözlemci olmaya çalıştım. Rengbêj’i yazarken, yazın çalışmaları anlamında “Bu benim özeleştirimdir,” demiş ve yazmaya daha fazla ağırlık vereceğimi söylemiştim. Sonrası Sergovend geldi ama bir türlü arkasını getiremedim. Sürgünler, baskılar, işler, işler… Ama bu yeterince üretken olamadığım gerçeğini değiştirmez.
On yıldır bir dosya üzerinde çalışıyorum. Mizahi yönü ön planda olan bir öykü kitabı. Henüz tamamlanmadı. 2023 yılında dışarı çıkınca dosyayı tamamlayamadım. Aslında biraz daha içeride kalsaydım öykü dosyam biterdi (gülüyor). Çıktıktan sonra okumaya ve yazmaya yeterince fırsat bulamıyorum. İçerideyken görüşe gelenler “Okumaya fırsat bulamıyoruz,” diyorlardı. Biraz bahane gibi geliyordu ama ben de çıktıktan sonra bunu yaşayarak tecrübe etmiş oldum.