Hüseyin Kalkan
Plath dokunarak her şeyin kötü olduğunu anlamıştır. Romanı Sırça Fanus, İngiltere’de yayınlandığı zaman, aile içinde ve yakın çevresinde tam bir skandal gibi patlamıştı. Nedeni romanın otobiyografik olmasıydı. Plath, isimleri değiştirmesine rağmen olanları bütün açıklığı ile anlatıyordu
Şair Sylvia Plath’ın bütün yapıtlarında, şiirlerinde ve tek romanında intihar ve ölüm teması ağırlıklı olarak yer alır. Plath, sadece yazmadı intiharı, gerçekleştirdi de. Hem de her şeyin yolunda göründüğü bir dönemde yaşama veda etti. Kısa yaşamı boyunca üç kez intiharı denedi. Birinin çok küçükken bir kaza olduğunu söyler bir şiirinde. Son denemesinde ölüm tanrısı ile buluşabilir. Herkesin bir nedeni vardır. Ölümü seçmek için. Plath’ın birçok nedeni. Dünya kötüdür. Erkekler kötüdür. Aile kötüdür. Okullar kötüdür. Kısaca her şey kötüdür. Boş bir kuruntu değil bu. Plath dokunarak her şeyin kötü olduğunu anlamıştır. Romanı Sırça Fanus, İngiltere’de yayınlandığı zaman, aile içinde ve yakın çevresinde tam bir skandal gibi patlamıştı. Nedeni romanın otobiyografik olmasıydı. Plath, isimleri değiştirmesine rağmen olanları bütün açıklığı ile anlatıyordu. İntiharından sonra Amerika’da yayınlanması söz konusu olduğunda, annesi devreye girerek yayınevi editörüne mektup yazıp yayınlanmasına engel olmaya çalıştı. Romanı okuyanlar intiharının nedeni konusunda kesin bir fikir sahibi olabilirler, en azından ilk iki intihar denemesinin. Son deneme ve onu buradan alıp götüren denemesi ise daha çok Plath’ın ünlü İngiliz şairi Ted Hughes’le yaptığı evlilikte yatar. Buraya sonra geleceğiz. Ama herhalde son girişimini ilk iki girişimden soyutlayamayız.
Boston’da doğup büyüyen Sylvia Plath, 8 yaşından itibaren şiir yazmaya başlar. Lisede okurken New York’ta yayınlanan Mademoiselle dergisine konuk editör olarak çağrılır. Tekrar Boston’a ailesinin yanına döndüğünde, o yaz izlemeyi planladığı kompozisyon dersine kabul edilmediğini öğrenir. Yazı annesi ile birlikte ve banliyöde geçirmek zorunda kalması, üzerine bir kâbus gibi çöker. Ne yapacağını bilememektedir. Yapmaya kalktığı her şeyden kısa sürede bıkmaktadır. Yiyemez, okuyamaz. El yazısı bozulur. Bu bunalım altı ay sürer. Elektroşok tedavisi görür, akıl hastanesine yatırılır. İlk elektroşok tedavisinden sonra çeşitli intihar biçimleri üzerinde düşünür. Ve birkaç küçük denemede bulunur. İntihar etmesine bile fırsat yoktur. Ya da intihar edemeyecek kadar yorgundur. Kayıp olur, günlük basına yansır. Bulunduktan sonra psikoterapi için yeniden hastaneye yatar. Daha sonra yeniden Smith Collega’e döner. Daha çok şiiri yayınlanır. Ödüller kazanır. Smith Collega’i iftiharla bitirdikten sonra, Cambirg Üniversitesi’ndeki Newnham Collega’a okumak için bir yıllık bir burs kazanır. Orada İngiliz şair Ted Hughes’le tanışır. 16 Haziran 1956’da evlenirler. 1959’da yerleşmek için İngiltere’ye dönerler. Bir düşük yapar ve iki çocuk doğurur. Daha sonra bir süre ayrı yaşamaya karar verirler. Londra’da kendine bir ev bulan Plath, çocuklarına bakmanın yanı sıra sürekli şiir yazar. 11 Şubat 1963 yılında, çevresindekilere göre her şeyden umudunu kesmişe benzemezken, başını gaz fırınına sokarak hayatına son verdi.
Altı ay süren ve “bunalım” olarak adlandırmakta herkesin hemfikir olduğu durumu, Sırça Fanus’ta izleyebiliriz. Sylvia Plath, genç kız olduğu dönemde Boston’daki kadınlık durumunu şöyle anlatıyor: “Ben on dokuz yaşındayken bekaret en önemli konuydu. Dünyadaki insanları Katolikler ve Protestanlar, ya da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar ya da beyazlar ve zenciler, hatta erkekler ve kadınlar olarak değil de, biriyle yatmış olanlar ve yatmamış olanlar diye ikiye bölünmüş olarak görüyordum. İki insan arasındaki tek kayda değer fark buymuş gibi geliyordu bana.”(Sylvia Plath, Sırça Fanus, Can Yayınları, S. 85)
İki karşıt şeyi aynı anda istemek
Bir sayfa önce ise Plath, ailesinin bu konudaki tutumunu aktarır: “Annemin Reader’s Digest’terı kesip okuldayken bana gönderdiği bir makaleye göre gebe kalmamak için yüzde yüz garantili hiçbir yöntem yoktu. Bu yazı, evli ve çocuklu bir hanım avukat tarafından yazılmıştı ve ‘İffet Savunması’ başlığını taşıyordu.” (Age, s.84) Avukat hanımın yazısının ana fikri bir erkeğin dünyasının ve duygularının bir kadının duygusu ve dünyasından farklı olduğu, ancak evliliğin bu iki yapıyı, bir biçimde bir araya getirdiğidir. Yine Avukat hanım, erkeklerin iyilerinin eşleri için bakire kalmak istediklerini, ama öyle olmasa bile en azından eşlerine seks konusunda kendilerinin öğretmenlik yapmak istediklerini, erkeklerin elbette bir kızla yatmak için onu baştan çıkarmaya çalışacaklarını, ama bir kere bunu başardıktan sonra, benimle bunu yapan başkaları ile de yapar diye düşünerek kıza bütün saygılarını kaybettiklerini de ekliyor. (Age. s.84) Plath; “Bana kalırsa bu yazıda dikkate alınmayan tek şey, bir kızın neler hissettiği konusuydu. El değmemiş bir kız olup da yine el değmemiş bir erkekle evlenmek hoş bir şey olabilirdi, ama ya adam evlendikten sonra birdenbire Buddy Willard’in (Ailesinin Plath için koca olarak uygun gördüğü erkek) gibi aslında el değmemiş biri olmadığını itiraf ederse ne olacaktı? Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki temiz olmayan iki tane yaşantısı olabileceği düşüncesi çileden çıkarıyordu beni” diyor. (Age, s.85) Ve böylece Plath, hiç evlenmemeye karar verir. İki ailenin çabaları boşa çıkar. Yine Sylvia Plath, nasıl bir kişilik olduğuna dair ipuçlarını romanında bulur: “’Nörotik ha!’ Hakaret dolu bir kahkaha attım. Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nörotiklikse ben tepeden tırnağa nörotiğim. Yaşamımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim.” (Age, s 98) “Ama bir de şu vardı, acaba beni sever sevmez erişilmezliğimi yitirip sıradan bir insan mı olacaktı? Buddy Willard ve ondan önceki gençlerde olduğu gibi Constantin’de kusur üstüne kusur mu bulacaktım? Hep aynı şey oluyordu. Uzaklarda kusursuz bir erkek görüyor, ama yakınıma gelir gelmez hiç de uygun biri olmadığını anlıyordum. Hiç evlenmek istemeyişimin nedenlerinden biri de buydu.” (Age, s. 86) Bir arkadaşının ölümünün ardından yazdığı gibi, o gençliğinin ilk yıllarında yaşamını kendisine gelmesini beklemeyen, onu karşılamak için öne atılan ve her şeyi yapmak isteyen bir kişilikti. Kendi sözcükleri ile; “Hayatta en son istediğim şey sonsuz güvenceye kavuşmak ve okların fırlatıldığı yerde olmaktı. Ben değişiklik ve heyecan istiyordum. Dört Temmuz Bayramı’ndaki havai fişeklerden fışkıran rengarenk oklar gibi her yana atılmak istiyordum.” (Age, s, 87) Bu kişilik yapısı toplumun yerleşik kuralları ile uyuşmuyordu. Kişisel hayattaki tutuculuğun yanısıra Amerika’da MC Carthy’nin güçlendiği, Roserberglerin elektrikli sandalyede idam edildiği, siyasetin de kara bir dönemidir. İnsan olana “anormal” olmaktan başka bir seçeneğinin kalmadığı, tutucu bir toplumsal yapı, kapkaranlık bir faşizm. İşte bu koşularda “anormalleşen” Plath’ı elektroşok tedavileri, akıl hastaneleri beklemektedir.
Sylvai Plath, yaşamı boyunca intiharın çevresinde dönüp durmuştur. Bu nedenle Sırça Fanus’ta intihar üzerine düşünceler, çeşitli intihar biçimleri ve denemelerinden bol bol söz edilir. Ancak ölüm ve intihar asıl şiirlerinde ağırlıklı temadır. “Lady Lazarus” adlı şiirine kendi intihar denemelerinin sayımı ile başlar. Bu şiirini yazdığı zaman otuzlu yıllara ayak basmıştır. “Bak, gene yaptım işte. Her on yılda bir. Nasılsa buluyorum bir yolunu- Bunlar ellerim, Bunlar dizlerim. Bir deri bir kemik olabilirim. Gene tıpatıp aynı kadınım. On yaşındaydım ilk keresinde. Kazaydı. Kararlıydım İkincisinde sonu getirmeye ve geri dönmemeye. Bir deniz kabuğu gibi… Ve şiir ölüm ve İntiharlarla sürüp gider. Ölmek bir sanattır her şey gibi. Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.”
Boğaziçi Üniversitesi bitirme tezini Sylvia Plath şiiri üzerine hazırlayan Nilgün Marmara, Plath’ın şiirlerindeki ölüm teması için şöyle diyor: “Plath’a göre, ölü beden kusursuzlaşır, çünkü ‘..takınır gülümsemesini tamamlanmanın.’ Bir Yunan gerekliliği yanılsaması. Akar tolgasının kıvrımlarında.” (Sombahar dergisi, No: 21- 22, 1994)
Ve evlilik
6 ay süren bunalımı geçer. Sylvia tekrar hayata sarılır. Hiç evlenmeyecek olan kız, Ted Hughes’le tanışınca kararını değiştirir. Ancak, bu evlilik, evlilik hakkındaki öngörülerini doğrulamaktan başka bir şeye yaramaz. Evlendikleri sırada Ted Hughes şair olarak Plath’tan daha ünlüdür. Evlilik süresince kocasının gölgesinde kalır. Nilgün Marmara, bu evlilikle ilgili şunları yazar: “Plath, Hughes’m kişiliğine ve sanat kariyerine büyük saygı duyarak kendisini bütünü ile bu ilişkiye adamış, ancak bu saygı, mutluluğu beklemenin ve ummanın boşluğunu farketmesine neden olmuştur.” (Nilgün Marmara, age, s.97) İki çocuktan sonra Plath, kocası tarafından aldatılır. Bir süre ayrı yaşamaya karar verirler. Bu dönemde büyük bir hızla Hughes’le evliliklerini anlatan Ariel şiirlerini yazar. İntihara yakın günlerinde, hayattan umudunu kesmiş bir insana benzemediğini aktarıyor dostları, Ancak gaz fırınına kafasını sokup intihar ettiğinde de kimse pek şaşırmıyor. Sylvia Plath’ın intiharından sonra, Ted Hughes, katıldığı toplantılarda karısının katili olarak protesto edilir. Talihin garip bir cilvesi derler ya böyle durumlarda, ayrılmadıkları için Plath’ın mirası Hughes’e kalır. Yani kitapları. Hughes, vicdan azabından dolayı Plath’ın ününün artması için elinde geleni yapar. Bu arada başka şeyler da yapar. Sylvia Plath’ın bir kitabını yakar. Ayrıca güncesini fazla erotik olduğu için üçte bir oranında kısaltarak yayınlar. Ted Hughes, ABD’de de piyasa çıkan Sylvia Plath’la ilgili kitabı üzerine Time’n kendisi ile yaptığı görüşmede bunları itiraf ediyor. (Aktaran, Die Zeit, 5. Şubat 1998) Hughes’in uğruna Sylvia Plath’ı aldattığı kadın ise, Plath’tan altı yıl sonra aynı biçimde -yani kafasını gaz fırınına sokarak- intihar eder!
Not: Bu yazı 1998 yılında Ütopiya dergisinin 5. sayısında yayınlanan ‘Savaş ya da yazarın intiharı’ başlıklı yazımın kısaltılmış halidir.