Kürdistan coğrafyasının ve toplumunun uygarlığa katkısı modernitenin ulus devlet modelinin aparatlarıyla her zaman manipüle edildi. Mezopotamya uygarlığın merkeziydi; Kürdistan ise Mezopotamya’nın kalbi. Dicle ve Fırat nehirlerinin ilk toplumsallığın oluşumundaki payı üzerine ne kadar yazsak azdır.
Mezopotamya uygarlığın mezbahası haline geldiğinde Kürdistan coğrafyası da doğal olarak bu altüst oluştan etkilenecekti. Kürdistan toplumu kendi coğrafyasında farklı tarihlerde farklı felaketlerle, dehşet verici olaylarla sınanacaktı ve nitekim sınandı.
Mezopotamya toplumu ve toplulukları bitmeyen kavgalara, savaşlara, afetlere karşı bitmeyen direniş ritüelleri ile baş etmeye çalıştı. Felaketlere karşı toplumu savunma biçimlerinde geçmişten bugüne çok şey değişti. Değişmeyen tek şey ise ölümün sıradanlığı.
Ölümün sıradanlığı coğrafyayı, toplumu, kültürü ve sosyolojiyi de sıradanlaştırıyor. Sanki her şey başa dönüyormuş gibi bir hissiyat yaratıyor. İnsan yaşamı ve üretilen değerler ölümlerle sıradanlaşıyor. Sanki ölümü yaşamdan daha fazla normalleştiren bir süreklilik var. Elbette bunun birçok nedeni var. Ancak ölümün sıradanlığı konusunda kolaycılığa kaçtığımız apaçık. Hele de kader ilişkisi kurarak işin içinden sıyrılmakta üstümüze yok.
İnsanlık bugün Gılgameş’in ölümsüzlük arayışının gerisine düşmüş durumda. Gılgameş ölümsüzlük otunu ararken bizler rutin yaşamı bile korumakta zorlanıyoruz. Kısacık insan yaşamını normalleştirmekte zorlanıyoruz. 1.7 milyon yıl önce icat ettiğimiz ateşi hala kontrol altına almakta zorlanıyoruz. Ve ölümün ucuz olması belki de hala en derin kederimiz.
İnsanlığın ölüm ve yaşam diyalektiği üzerine konuşulacak, yazılacak çok şey var. Kürt halkının ölüm ve yaşam diyalektiği bu meselenin özgün bir yerinde duruyor. Bu sosyoloji her zamankinden daha fazla yorumlanmayı, anlaşılmayı ve araştırma konusu olmayı hak ediyor. Politik ve iktisadi arka plan kadar ölüm, sosyolojik olarak da ele alınmalı. Birçok ölüm biçiminin kader kavramına sıkıştırılması bir yandan ölümün normalleştirilmesine diğer yandan arka plandaki ihmallerin görülmemesine neden oluyor.
Mardin ve Diyarbakır’da dehşet saçan yangınlar yaşadık. Onlarca insanımız feci bir şekilde yaşamını yitirdi Hala hastanelerde yaşam mücadelesi veren birçok insanımız var. Doğadaki diğer canlıların yaşadığı işkence ise bambaşka bir acı veriyor bizlere.
Kürtlerin ateş ile ilişkisi biliniyor. Ateşi politikleştirme biçimlerinden daha farklı bir ateşten bahsediyoruz. İnsanların acı içinde yanarak feci bir şekilde can verdiği; doğayı üzerinde yaşayan canlılarla birlikte yutan ateşlerden.
Neden?
Kürtlerin ölümü çok kolay ve ucuz oluyor. Bunu sorgulamak zorundayız. Direniş büyüse de Kürt nüfusunun önemli bir kısmının savaşlarla, iş kazalarıyla, trafik kazalarıyla, doğal afetlerle maruz kaldığı ucuz ölüm biçimleri üzerinde durulması gereken temel bir mesele.
İhmaller asla normalleştirilemez ve Kürt coğrafyasında yaşanan tüm ihmallerin politik olduğundan asla şüphe etmemek gerek. Ancak ihmallerin ötesinde her zaman söylenmesi gereken şeyler de var. Bunu da söylemekten asla çekinmemeliyiz.
Kürt halkı çok cesur ve fedakardır. Ancak tarihin hiçbir döneminde tehlikenin üzerine yürüme cesareti ve fedakarlığı kendisini tehlikelerden korumak için yeterli olmamıştır. Çıplak cesaretin ve örgütlü olmayan fedakarlığın intihara dönüştüğü sayısız tarihsel olay var ve buradan çıkarılması gereken acı dersler…
Yaşam doğanın bir uzantısı. İnsan bu uzantının hem riski hem kurbanı. Birçok boyutuyla birlikte bu ilişkiyi bütünlük içinde düşünerek yeni önlemleri almak zorundayız.
Modernite bir bütün olarak tüm yapısallığı, aklı ve işleme biçimiyle süreklilik arz eden riskler üretiyor. Modernitenin yarattığı risklere karşı toplumun öz savunma biçimleri de geliştirilmek zorunda. Yaşamın ve ölümün diyalektiği konusunda teorik yoğunlaşmaların yanı sıra felaketlerle baş etme eğitimleri, halk bilinçlendirme çalışmaları ve doğal afetlere karşı araç-gereç dağıtımını da içerecek stratejik planlara ihtiyaç var.
Yerel insanın modernitenin tehlikeleriyle baş etme stratejileri yetersiz kalmaktadır. Bunun birçok nedeni var. Bir tanesi de yeni bilgilere erişimi olan eğitimli kesimlerdir. Bu kesimin davranış biçimleri çoğu zaman sorunludur. Kürt okumuş tabakası öğrendiklerini modern mekanlar ve mecralarla sınırlı tutmaktadır. Üniversite öğrencileri başta olmak üzere kendini biraz eğitmiş insanların önemli bir kısmı kendi bilgisini yerel ile paylaşmaktan imtina etmektedir. Bu konuda sorumluluk almaktan kaçmakta ve inisiyatif almamaktadır. Yerelin ve eskinin bilgisi evrenselin ve yeninin bilgisiyle buluşturulması konusunda gecikme yaşanmaktadır. Yabancılaşmanın tetiklediği lümpenlik ve popüler kültürün yaydığı zehir toplumun savunmasız bırakılmasında önemli bir paya sahip.
Yangının şiddetini, yanarak ölmenin kederini hissetmeliyiz ve yaşamı değiştirmeliyiz. Hiçbir insanımız -depremde ve diğer afetlerde olduğu gibi- böylesi feci şekilde ve dehşet bir acıyla kavrularak ölmeyi hak etmiyor ve bu ahlaki ve politik bir sorun. Sıradanlaşan Kürt ölümleri ahlaki ve politik bir sorun olarak ortada dururken, bunu yeterince dert etmekten kaçan bir yerdeyiz. Her ölümün ardından üzülen ama bir şey yapamayan Ortadoğu sosyolojisinden kurtulmalıyız. Zira ölümün sıradanlığı yaşamın normalleştirilmesi ile aşılabilir.