Birkaç kırıntı, yine de azımsanmayacak bir servet. Bir fikir belirtisi nihayetinde, öte yandan şimdide harcanması imkânsız. Süründürücü, yorucu bir yük, fazla ağır. Üstelik her bakımdan uçucu, öylesine hafifken. Vasat bir bakış bile bugün için yırtıcı, hatta ileri bir görüş. Delişmen, sıkıştırıcı, örseleyici. Uzağa sıçrayan çelimsiz düşünceye gelince, o zaten daha en baştan tehlikeli, söndürülmesi gereken bir şey, eski zaman yangınları kabilinde. Hedefini şaşırmış olması önemsiz, ötesine geçip rahatsız edecek kadar uzun süre orada yanıp durması bile yeterince ürkütücü. Bugün, birden fazla yüzyılı ve çağı dolaşmış bir tecrübe kırışıklığı, kaderin, tüm kötü mekânların kapısına astığı bir tiksinti bedduası. Bu nasihat dolu sözlerde gizli olan acı düşünce, hoşgörülü ve anlayış dolu. Çünkü mutlaka çıkar denen derinliğe, o acayip esnek niteliğe dair: “Evet, bir insanın çıkarları uğruna kötülüğe gitmesini anlıyorum; elverir ki kendisiyle ölüm arasında son bir zevk anından başka hiçbir şey kalmamış olsun…”
Aralık duran kötülüğün kapısından geçmeye heveslendiren, bütün zamanları, bütün dilleri ve bütün yaşantıları içine alacak genişliğe sahip şu bir tek sihirli kelime: Çıkar! En yalın sonuca erişmiş bir tutkunun soluk simgesi gibi kazılı, yaldızlı kapağında, alçaklığın her zaman kapalı duracak olan o hacimli suçlar kitabında. Affedici ve kapsayıcı. Her kazığı, çocuğunun başını okşar gibi engin bir ağırbaşlılıkla saplayan tecrübe hep içten. Tınılar, bilgelik kürsüsü dinginliğinden. Işık serpici, yol gösterici. Vurguları gerçeğin içinden, belki yaşanmışlığın da ötesinden: “Çıkar dedikleri, her dili konuşur, her kılığa girer, hatta çıkarlara karşı kayıtsız gibi görünmesini de bilir”. Pek doğru, her çanağın biçimini alan o yumuşak saygın ağız. Bir şekilde her çağda bağışlanmayı ve kutsanmayı bilen. Fakat birini kör eden şey, bir başkasının gözünü açar, kıyısında yıllanmış acıların izlerini bıraksa da.
Soyulan, tedbirsizliğini gösteren kusurları tatlı tatlı sayan hırsızından dinliyor. Vuruldu vurulacak, gözleri nemli, yüreği şükran dolu. İşte şurada bir pencere açık bırakılmış, eski kapı elden geçirilmemiş, kol bozuk, kilit onarılmamış, cüzdan öylece masada bırakılmış, ağır uykuya bir çare bulunamamış! Tecrübe ve çıkar, en yüce fikirde buluşur, iyi ile kötü hafif çakırkeyif, el ele, salına salına tasasızca yürür. Kabaları nasır tutmuş köhne atlar vardır, artık kamçı onlara hiçbir şey söylemez. Tıpkı onlar gibi vurgundan dönenleri de hiçbir şey incitmez, hiçbir şey onlarda bir ürpertiye yol açamaz. Bıraktıkları yıkıntıların altından mahvolmuş halde çıkan zavallıların boğuk iniltileri, sessiz bedduaları, acınası bakışları onlara hiç dokunmaz. Ondan özgürlük fikri, kurtuluş düşleri alınmış canlıdan geriye menfaat kalırmış, ne gam! Zaten kendi başına bir iyilik düşü, bir özgürlük düşüncesi değil mi şu pek eğlenceli çıkar! Haine çok öfkelense de bu saf değiştirenle aynı amaca koşturan, en fazla karşı karşıya oturdukları masada pullar sektirilen oyundan aynı keyfi alarak kalkanlar.
Her renge teşne yerüstü siyasa. Dört mevsimlik şahane avlak. Yakın zamanın değil, geniş zamanın, ilk günden sonrasının çarpıntısı. Canavarın inine fikren müflis girenlerin nasıl bir çılgınlık, nasıl bir güçlülük ile çıktıklarını anlamak şimdinin kavrayışını aşar. Bugünün mizahı, ciddi şeylere hazırlıksız. İncinende de incitenden alınma aynı çarpıcı bakış, çıkarına yontan aynı bitimsiz alaycılık. Tekrar ettiği için hiçbir zaman hiç kimsenin inanmadığı şu gülümseyen yalanla bir, onunla eşdeğer. Ardışık skandallar içinden her vakit neşeyle çıkan soğuk bir mizah. Hep doğrudan, hep akıldan yana ve hep budala. Yazık! Ne zaman ciddi olduğunun bilinmemesi, hiç ciddi olmamasıyla aynı şey. Sonuçta pek bayağı bir şiiri vardır bunun, etkisi, ağaçları deviren fırtınalar, kavimlerin sonunu getiren kasırgalar kadar kesin.
Çabasız sıçrayan vasat altı canlılar çağı. Hesaplı ve kötü, küçük ve sıkıcı, karanlık ve aptal gibi. Işığa arınmış karlı doruklar sakininin duyduğu aşağılayıcı nefret, onlardaki geniş, kapsamlı kuvveti görmeye engel. Doğanın şakası, ama kartallardan uzun yaşar amipler. Çünkü hiç bıkmazlar ve durmadan bölünür, yenilenir ve çoğalırlar; muazzam bir hızla, ölümsüz bir inatla…